Sizleri biraz zaman yolculuğunda gezdireceğim bu ilk satırlarda. 20. Yüzyılın son günlerinden 2019 yılına doğru…
1997-98-99 ve 2000 yıllarında şampiyon olan bir futbol takımı, ülke sınırlarına Avrupa’nın en büyük kupasını getirmişti. Bir iki yıl sonrasında, o efsane takımın büyük bir bölümü Avrupa takımlarına transfer olmuştu.
2000-2001 sezonunda, Brezilyalı forvet Jardel takıma kazandırılmış, Şampiyonlar Liginde çeyrek finalin kapısından dönülmüş olsa da, Mircea Lucescu’lu takım (Hagi’nin son senesinde) Mustafa Denizli’nin başında olduğu Fenerbahçe’nin şampiyonluğuna engel olamamış ve beş yıl üst üste şampiyon olma şansını elinden kaçırmıştı. Ekonomik sıkıntı ve kaos işte bu yıllarda başlamıştı. İlk sinyalaleri 2001-2002 sezonun transferleri ile hissetmiştik.
Mehmet Cansun Galatasaray’ın yeni başkanı idi ve ekonomik sıkıntılar içindeki takım, Taffarel sonrası kaleyi Metz’den transfer edilen Mondaragon’a(kiralık) teslim etmişti. Sağ bek’e Monaco’dan Sebastian Perez (kiralık), sol beke Victoria (kiralık) ve orta alana da Salzburg’dan Flueirquin (kiralık) transfer edilmişti. Dört önemli noktasını kiralık oyuncularla doldurabilen Galatasaray devre arasında, kimsenin duymadığı bir forveti üç aylığına transfer etmişti: Radu Niculescu…
Türkiye Futbol Federasyonun 2000 yılında başlattığı yıldız uygulaması ile (her beş şampiyonluğa verilen) üçüncü yıldızı kazanma yarışı 2001-2002 sezonuna ayrı bir renk katmıştı. Ekonomik zorlukları içindeki Galatasaray ve nispeten daha iyi bir finans ve kadro yapılanması içinde olan Fenerbahçe’nin 14’er şampiyonluğu vardı.
Yarış iki takım arasında geçerken, Galatasaray Samsun’da 84. Dakikada şampiyonluk yolunda çok önemli bir gol atmıştı. Golü atan oyuncu Radu Niculescuydu.
Radu o dönemin şartlarında Galatasaray’dan çok komik bir bedel alıyordu. O hayati gol sonrası Abdürrahim Albayrak ona büyük bir jest yapıp hatırı sayılır bir ödeme yapmıştı.
Sezonu şampiyon bitiren Galatasaray ilk üç yıldızı takan takım olurken Mehmet Cansun yönetiminin bu üst düzey başarısında Abdürrahim Albayrak’ın rolü de çok önemliydi. O dönemden sonra yönetici olduğu tüm sezonlarda Galatasaray şampiyon olmuştu. Bu artık neredeyse bir uğur gibiydi.
Galatasaray için simge haline gelmiş, bilinen yönetici kalıplarının dışında; fazlasıyla halktan ve hasta Galatasaraylı bu adamı herkes çok sevdi.
Hele ki Sabri Sarıoğlu’nun Bordeaux’da doksanıncı dakikada attığı gol sonrası, sevinci halen hafızalardan çıkmaz. Ofisinde eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz ve birkaç arkadaşı ile izlediği maçta, o gol sonrası çocuklar gibi sevincini izlemeyenimiz yoktur. Kanepelerin üzerinden atlayan, zıplayan; deliler gibi sevinen bir adam. Bu görüntüler ve birçok tribün manzaralarıyla çok sevildi Abdürrahim Albayrak. Aziz Üstel ve Fatih Altaylının onunla ilgili tribün hikâye ve videolarına internetten çok rahatlıkla ulaşabilirsiniz.
Ve bu sezon: 2018-2019 : Gomis’in elde tutulamaması, sezon başında forvet transferinin yapılamaması ve devre arası transfer döneminde son günlere gelinmiş ve hatta ikinci yarının ikinci maçı oynanmış olmasına rağmen transfer durgunluğu devam ediyor olması taraftar ve yönetimin arasını iyiden iyiye açtı.
Tek söylem: Forvet istiyoruz forvet…
Sezon başından beri devam eden bu ileri uç oyuncusu sorunsalı ve yılan hikâyesine dönen Dubai seferli Alan transferlerinde de tek suçlu haline gelmiş bir isim var: Abdürrahim Albayrak…
Şahsı görüşüm, Sayın Abdürrahim Albayrak’a büyük bir haksızlık yapılmaktadır. Geçmiş yıllarda takıma yaptığı katkılarını ve tartışılmaz Galatasaray sevdasını görmezden gelerek bu kadar hedef haline gelmesini gereksiz ve abartılı buluyorum.
Galatasaray, pasta yapacak unu yokken, borç paralarla yapılmış pastaya konulan çileklerin, menajerlere ödenen milyonlarca doların ve yapılan kötü transferlerin sonucunda ekonomik çıkmazın içindedir.
Çilekler takıma gelirken ve bunların aslında borçlar hanesinden karşılandığını bilinirken, çilek yetmez ahududu isteriz denilmedi mi?
Son on yılda genelde Sabri’nin oynadığı sağbek bölgesine 100 milyondan fazlasını harcadı. Bu paranın onda biri altyapılara aktarılsa, zaten muhteşem çalışan Galatasaray Akademisi çok daha iyilerini futbol dünyamıza sunabilirdi.
Ebuoe, Tarık Çamdal, Veysel Sarı, Salih Dursun, Cavanda ve Linnes’e ödenen milyonlarca dolar ödenirken sesimizi çıkardık mı?
Daha 2-3 yıl öncesi ekonomik nedenlerle Avrupa kupası oynayamamış, men edilmiş bir takımken, geçen sene başında yüksek maliyetlerle futbolcular transfer edilip, kulüp iflasa doğru yönlendirilirken, Juventus’un sol beki Asamoah’da gelsin denilmedi mi? Unutmayın Galatasaray halen bazı futbolcularına puan başına 8 bin Euro prim ödüyor.
Avrupa kupalarına katılamama tehdidi de ciddi ciddi devam etmekte. Harç bitmek üzere yapı paydos!!!
Geçmiş yılların sorumsuzluğunu mevcut yönetim çekmektedir. Mevcut yönetiminde çok iyi olduğunu söyleyemeyiz. Gomis’i ellerinden kaçırmaları başlı başına skandal üstü bir skandaldır zaten.
Devre arasında Ozan ve Rodriges yüksek bedellerle satılmış olmasına rağmen transferin yapılamamış olması büyük bir beceriksizlik olmakla birlikte, ekonomik nedenlere kapana sıkışmış bir durumun varlığını apaçık ortaya çıkarmaktadır. Korkarım, ekonomik sıkıntı sandığımızdan da vahim noktalarda.
İşte tam da bu noktada, medyanın önünde olduğu için Abdürrahim Albayrak’ın hedef haline gelmesi çok yanlış.
Bu takıma forvet transferini en çok isteyen Galatasaraylı odur. Hatta eski yıllardaki gibi financal fair play’siz ,istenilen tüm transferlerin yapılabildiği bir zaman olsa, dünyanın en iyi forvetini Galatasaraylı yapardı.
Galatasaraylı taraftarlara çağrım şudur: Sabırlı olun. Belki de o forvet hiç gelmeyecek. Bu durumu da hazırlıklı olun.
Her şeye rağmen, iki haftada Galatasaray altı puan almayı başardı.
Korneri Belhanda kullanır, taksi Mehmet Abi golü atar ama siz Sinan attı zannedersiniz. Selçuk İnan ara pasını verir garson Ahmet Abi golü atar, tabelada Onyekuru’nun ismi yazar. Son dakikada Ndiaye’nin ortasını terzi Ayşe abla filelere gönderir, gazete manşetlerinden ‘Muğdat’dan hayat veren son dakika golü’ diye okursunuz. Transfer yapılsın yapılmasın, milyonların sevgisi ve desteğiyle, tam özellikli bir 9 numaranızda olmasa, birileri o 9 numaralı formayı giyer ve golleri atar ve maçlar kazanılır.
Ya da atılamaz ve kazanılamaz. Ne fark eder… Hangi taraftar takımını sadece maçları kazansın ve şampiyon olsun diye sever… Tutku ve ruh diye görmezlikten gelemeyeceğimiz iki olgudur futbol için.
Son söz, Ne demişti efsane Metin Oktay, bizi sevenleri üzmeyelim baba…