Fenerbahçe kalesinin yeni veliahtı
İşte son yıllarda Türk futboluna ve A Millî Takım'a birçok kaleci kazandıran Fenerbahçe kalesinin yeni veliahtı..
Son yıllarda Türk futboluna ve A Millî Takım'a birçok kaleci
kazandıran Fenerbahçe kalesinin yeni veliahdı, babasının oğlu Mert
Günok, kalite garanti belgesini A Millî Takım kadrosuna seçilerek
aldı. Genç kaleci kalıcı olmak adına çalıştığını ve ulaştığı
noktayı kolay bırakmayacağını söylüyor..
Halı sahada oynarken, yan tarafta arabasını yıkatan Fenerbahçe 2000
Derneği Başkanı Şevket Yılmaz beni görüp beğenmiş. "Gel
seni Fenerbahçe'ye götüreyim" dedi. Ben de hemen kabul
edip spor okuluna başladım. 1 hafta sonra lisansım çıktı ve minik
takıma alındım.
Edwin Van der Sar'ı beğendiğim için gerek taktik gerekse teknik
bakımdan kendisini yakın takibe aldım. Onun maçlarda nasıl
davrandığını, yazılarını, röportajlarını çok yakından inceledim.
Yani sadece sahada değil, saha dışında da nasıl biri olduğuna
dikkatle baktım.
Volkan ağabeye "Bırak artık şu kaleyi de ben geçeyim" diye takılıyorum. Volkan ağabey benim büyüğüm, ancak sonuçta ben o kaleyi almak için çalışıyorum. Onunla rekabet ediyorum yani. Bunu zaten kendisine de söylüyorum. O da her zaman beni teşvik ediyor.
Millî Takım'a çağrıldığımı ilk duyduğumda aşırı bir mutluluk yaşadım. Millî Takım ortamı gerçekten çok güzel ve çok farklı. Buraya gelen, bir daha gitmemek için gerçekten elinden gelen her şeyi yapar.
Kaleciler yalnız adamlardır ama ben içine kapanık bir insan değilim. Sosyal hayatımda hep insanlara pozitif enerji vermek isteyen bir yapım var. Saha içinde de arkadaşlarımla her zaman diyalog kurmayı, uyarılar yapmayı ihmal etmem.
Buralara elbette herkes bir şekilde gelebilir, ama önemli olan kalıcı olmaktır bana göre. "Zirvede rüzgâr sert eser" diye bir lâf vardır. Ben de kalıcı olmak için sade bir hayat yaşamayı tercih ediyorum. Bu arada özel hayatıma da futbolu sokmamaya çalışıyorum.
Ligimizin eski kalecilerinden, Trabzonspor ve
İstanbulspor gibi takımlarda da görev yapmış Mahir Günok'un
oğlusun. Kaleci bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmek senin de
yolunu aynı yönde çizdi diyebilir miyiz?
Diyebiliriz ama futbola ilk başladığım yıllarda kaleci olmamda
babamın pek bir etkisi yoktu aslında. 7-8 yaşlarındayken babam
Kocaelispor'da antrenördü. Babamla birlikte ben de tesislere
giderdim. O dönem Kocaelispor'un minik takımıyla 1-2 maça çıktığımı
hatırlıyorum, sadece o kadar. Futbola asıl başlamam ise 9 yaşında
Fenerbahçe'nin altyapısına girmemle oldu. Daha önce amatörce
basketbol oynuyordum ama kader yönümü futbola doğru çizdi. Ancak ne
futbolu ne de kaleciliği seçmemde babamın herhangi bir zorlaması
vardı.
Bir tesadüfle Fenerbahçe'de[page_end]
9 yaşındayken Fenerbahçe'nin altyapısına girdiğini söyledin. Baban
değilse, o dönem altyapıya girmeni kim sağladı ya da hangi olay
vesile oldu?
O dönemde arkadaşlarımla hem futbol hem de basketbol oynuyordum.
Bir gün Göztepe'deki bir halı sahada maç yapıyorduk. O zamanlar
Fenerbahçe 2000 Derneği'nin başında da Şevket Yılmaz vardı. Kendisi
o gün tesadüfen halı sahanın yanındaki araç yıkama istasyonuna
arabasını yıkatmaya gelmiş. Arabasının yıkanmasını beklerken de
bizim halı saha maçımızı izlemiş ve beni beğenmiş. Maçtan sonra
benimle konuşup, "Gel seni Fenerbahçe'ye
götüreyim" şeklinde bir teklif yaptı. Ben de hemen
teklifini kabul edip, Fenerbahçe altyapısındaki spor okuluna
gitmeye başladım. Yaklaşık 1 hafta sonra da bana lisans çıkarttılar
ve böylelikle minik takımla antrenmanlara çıkma şansı
yakaladım.
Kalecilik kariyerine başladıktan sonra babanın sana ne
gibi katkıları oldu?
Babamın özellikle mental anlamda çok desteği oluyor. Kaledeyken ne
yapmam gerektiğinden öte, psikolojik bakımdan maça nasıl
hazırlanmam ve maçtan sonra kendimi nasıl hissetmem gerektiği gibi
konularda bana çok şey öğretip yardımcı oluyor. Bunun dışında
Fenerbahçe çok iyi bir altyapıya sahip olduğu için, küçükken çok
iyi hocalarla çalışma fırsatı buldum. Örneğin, 14-15 yaşlarından
sonra biraz daha profesyonelleşmeye başlayınca altyapıda önce
Tayfun Güder, sonra da Yavuz Şimşek'le çalışmaya başladım.
Özellikle Yavuz Hoca benim buralara kadar gelmemi sağlamış önemli
kişilerden biridir. Oynadığım maçları ise babamla birlikte daha
sonra evde izliyoruz. Dediğim gibi, babamın bana saha dışında
psikolojik açıdan çok desteği oluyor. Maç anında neler yapmam
gerektiğini ise hocalarımın daha iyi bileceğini ve onları dinlemem
gerektiğini söylüyor.
Futbola başladığın ve altyapıda yetiştiğin dönemlerde
bir idolün var mıydı?
Yaşım ilerlemeye ve profesyonelleşmeye başladıkça, ünlü kalecileri
daha yakından izledim. Özellikle son dönemlerde kendi fiziğime
yakın kalecileri takip etmeye daha çok özen gösterdim. En çok da
Hollandalı Edwin Van der Sar'ı beğendiğim için gerek taktik gerekse
teknik bakımdan kendisini yakın takibe aldım. Onun maçlarda nasıl
davrandığını, yazılarını, röportajlarını çok yakından inceledim.
Yani sadece sahada değil, saha dışında da nasıl biri olduğuna
dikkatle baktım. Bu yüzden gelişme dönemimde bir idolüm varsa, onun
Van Der Sar olduğunu söyleyebilirim.
Yavuz Şimşek dışında gelişimine katkı sağlayan
antrenörler oldu mu?
[page_end]
Yavuz Hocayla A takıma çıkışımdan önceki yıllarda çalışma fırsatım
oldu. Özellikle teknik anlamda kaleciliğin getirdiği tüm detayları
kendisinden öğrendim. Bunun dışında A takımda bulunduğum 4 sene
içerisinde 4 farklı hocayla çalıştım. İlk kez Zico döneminde A
takımla birlikte antrenmanlara çıkmaya başladım.
Zico zamanında PAF takımıyla maçlara, A takımla da antrenmanlara
çıkıyordum. O dönemde şu an A takımın kaleci antrenörü olan Murat
Hocamız vardı yine. Onunla bireysel olarak çalışmaya
başladım.
Aragones döneminde İspanyol kaleci antrenörü Angel Ferez Crespo ile
antrenman yapma fırsatım oldu. Bu benim için çok farklı bir
deneyimdi. Çünkü özellikle benim boyumdaki bir kaleci için en zor
şey çabuk olmak. Crespo bana ve takımdaki diğer kalecilere
özellikle çabukluk çalışması yaptırıyordu. Biliyorsunuz, İspanya'da
genelde kısa boylu kaleciler var. O yüzden daha çabuk ve hareketli
kalecilere sahipler. Crespo da İspanyol ekolünden geldiği için
kalecilikte bu özelliğe çok dikkat ediyordu. Kendisinden çabukluk
konusunda çok şey öğrendim.
Geçen sezon Daum zamanındaki kaleci antrenörümüz Alman Holger
Gehrke de bize güç ve dayanıklılık konularında çok idman
yaptırıyordu. Yani şu ana kadar çalıştığım her hocanın farklı
konularda bana bir şeyler kattığını söyleyebilirim. Bugünkü hocamız
Murat Öztürk'le 4 yıl önce A takımla antrenmanlara ilk çıkmaya
başladığım zaman çalıştığım ve uzun süredir tanıdığım için özel bir
iletişimim var. Ağabey-kardeş gibiyiz.
Bireysel çalışmalarımızda bazen kendisine dönüp, "Hocam bu
konuda eksikliğim olduğunu hissediyorum. Siz ne
düşünüyorsunuz?" diye soruyorum. Kendisi de bana katılıyor
ve o konuda çalışmalar yapmaya başlıyoruz. Bazen de o bana
eksikliğim bulunan alanları söylüyor. O zaman da o konuların
üzerine idmandan sonra ya da idman içerisinde ekstra çalışmalar
yapıyoruz. Murat Hoca çalışmayı seven, sürekli bizi izleyen, yeni
çalışma sistemlerini takip eden bir antrenör. Bu yüzden kendisiyle
çalışmak bizim için önemli bir şans.
Hedefiniz Şükrü Saracoğlu!
En azından bu son döneme kadar Fenerbahçe altyapısından
A takıma çok fazla oyuncu çıkmadığını, çıkan oyuncuların da bir-iki
isim dışında kalıcı olamadığını görüyoruz. Bu durum altyapıdayken
senin gibi genç oyuncuları nasıl etkiliyordu? Altyapıda bulunduğun
dönemde geleceğe dair ne gibi hayaller kuruyordun?
[page_end]
Bilindiği üzere Fenerbahçe'nin altyapı tesisleri Dereağzı'nda. Biz
de altyapıdayken burada antrenman yapıyorduk. Oradan bakıldığında
Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı çok net bir şekilde tam olarak
gözüküyor. Altyapıdayken kısa süreliğine eğitim vermek amacıyla
Hollanda'dan bir ekip gelmişti. O ekip bize eğitim verdiği sürece
altyapıdaki tüm oyunculara her gün stadı göstererek, "Hedefiniz
orası. Bir gün siz de orada oynayacaksınız" derdi. Onların bu
sözünü hiç unutamam. Bu sözü düşünerek ben de Şükrü Saracoğlu'na
bakıp hayal kurardım. Açıkçası hiç umutsuzluğa kapılmadım. Çünkü
basamakları teker teker çıkmanın her zaman daha doğru ve sağlam
olacağını düşünüyorum. 5'er 5'er çıkarsanız bulunduğunuz bölgeden
düşmeniz daha kolay olabilir. Ama sabredip, zor olan yoldan
çıkarsanız işler daha güzel ilerliyor. Ben tüm kategorilerde teker
teker yer alıp oynayarak en sonunda A takıma çıkmaya hak kazandım.
Bu yüzden buralara gelmem bana göre çok sağlıklı ve sağlam oldu.
Tabii ki daha yolun çok başındayım. Yeni başlıyorum ve öğreneceğim
daha çok şey var. Benim gibi altyapı oyuncularına, benim de
zamanında yaptığım gibi umutsuzluğa kapılmamalarını tavsiye
edebilirim. Çünkü bazen şansın ne zaman geleceği hiç belli olmuyor.
Bu sene Aykut Hocamız bana, Okay'a ve Gökay'a bu şansı vererek
bunun en iyi örneğini gösterdi aslında. Altyapıdaki oyuncuların
bizim bu durumumuzu görerek kendilerini motive etmeleri gerekiyor.
Çünkü biz de bu evrelerden geçtik.
Son yıllarda Fenerbahçe'de kalecilik yapmış isimlerin
hemen hemen hepsinin yolu A Millî Takım'a uğradı ve burada da çok
başarılı oldular. Şu an A Millî Takım Antrenörlerinden Engin
İpekoğlu ile Rüştü Reçber ve Volkan Demirel bu konudaki örnek
isimler. Sen de şu aralar özellikle Engin Hoca ve Volkan'la çalışma
fırsatı buluyorsun. Onların sana verdiği tavsiyeler oluyor mu?
Onların yolunda ilerlemek için nelere dikkat
ediyorsun?
Volkan ağabeyle zaten Fenerbahçe'nin idmanlarında her gün
beraberiz. Kendisine ara sıra takıldığım da oluyor, "Ağabey bırak
artık şu kaleyi de ben geçeyim artık" diye (gülüyor). Onların
tavsiyeleri her zaman bizi teşvik etme yönünde. Ben de onların
sözünü dinliyor ve iyi bir kaleci olmak için çalışmalar yapıyorum.
Volkan ağabey benim büyüğüm, ancak sonuçta ben o kaleyi almak için
çalışıyorum. Onunla rekabet ediyorum yani. Bunu zaten kendisine de
söylüyorum. Ancak o da her zaman belirttiğim gibi beni teşvik
ediyor. Bu sene ilk kez A Millî Takım'a seçilerek Engin Hocayla
çalışma fırsatım oldu. Ondan da önemli şeyler öğrenmeye
çalışıyorum. Umarım bundan sonra da sözünü ettiğiniz gelenek
benimle devam eder ve Fenerbahçe'nin kalesini devraldıktan sonra A
Millî Takım'da da başarılı yıllar geçiririm. Kalecilik, insanın
oynadıkça kendisini geliştirdiği bir mevki. Ben de oynadıkça
tecrübe kazanmak ve varsa eksikliklerimi kapatmak istiyorum. Ama
Fenerbahçe gibi kaliteli bir takım ve oyuncularla antrenman yapmak
şimdiden tecrübemi oldukça arttırıyor. Onlarla dar alan
antrenmanları bile adeta maç zorluğunda geçiyor.
Senin de belirttiğin gibi kaleciliğin diğer mevkilerden
farklı olarak bir çeşit usta-çırak ilişkisi var? Bu durum seninle
Volkan Demirel arasında nasıl gelişti bugüne kadar?
Volkan ağabey her zaman bize "Beni örnek almayın" der (gülüyor). Bu
biraz da işin şakası gerçi. Volkan ağabey bana her zaman maç anında
ne yapmam gerektiğini değil de yediğim hatalı gollerden sonra nasıl
davranmam gerektiğini anlatır. Bunu da zamanında kendi yaptığı
hatalar ve bunlardan çıkardığı derslerden yola çıkarak kazandığı
tecrübelerle söyler. Yani "Benim yaptığım gibi yap" demiyor ama
kendi yaptığı hatalardan çıkardığı derslere uygun bir durum
gelişirse, "Şu şekilde davranman daha doğru "şeklinde uyarılarda
bulunuyor.
İlk maçımda 4 gol yemek beni
üzdü[page_end]
Fenerbahçe'de A takımda ilk 11'de sahaya çıktığın ilk
maçı ve maç öncesinde neler hissettiğini bizimle paylaşır
mısın?
Geçen sezon Ocak ayında Ziraat Türkiye Kupası'nda Antalyaspor'la
Antalya'da oynadığımız maç benim A takımla ilk 11'de sahaya
çıktığım ilk maçtı. O maçın öncesi sezonun devre arasına
rastlıyordu. Biz de Antalya'da kamp yapmıştık. Kampa giderken
kaleci antrenörümüze bu maçta oynamayı çok istediğimi söylemiştim.
Çünkü hem biz gruptan çıkmayı garantilemiştik hem de kendimi bir
resmi maçta sahaya çıkmak için hazır hissediyordum. O da bana bunu
değerlendireceğini söylemişti. Ancak maçtan bir gün önce, takım
ikinci yarıya hazırlık aşamasında olduğu için kalede Volkan
ağabeyin oynayacağını söyledi. Maç sabahı, o gün oynamayacak
oyuncularla idman yaptık. Maç saatine doğru Volkan ağabey kasığında
bir ağrı olduğunu ve oynayamayacağını hissettiğini teknik heyete
bildirdi. Bu gelişme üzerine maça 2 saat kala benim oynamama karar
verildi. Hiç beklemediğim için bir anda tabii ki içimde büyük bir
heyecan oldu.
Sabahki antrenmandan dolayı yorgunluk da var. Hepsi üst üste
gelince "Nasıl olacak acaba?" diye düşünmeye başladım açıkçası.
Sahaya ısınmak için çıktığımızda heyecanımı yenmiş gibi duruyordum
ama maç başlayınca tekrardan heyecana kapıldım. Belki yorgun
değildim ama heyecandan dolayı çok yorgun olduğumu, bacaklarımın
ağırlaştığını hissettim. O maç da benim açımdan peki iyi geçmedi
aslında. 4-3 kaybetmiştik. Benim gollerde yapabileceğim çok bir şey
yoktu fakat ilk maçta 4 gol yemek beni üzdü. Ancak daha önceleri
yanlış hatırlamıyorsam ya Rüştü ya da Volkan ağabeyin oynadığı
maçlarda benim gibi 4 gol yediğini öğrenince içim biraz
rahatladı.
Bu sezon da ligde ilk yarıda Antalyaspor, Trabzonspor ve
Manisaspor maçlarında forma giydin. Ancak ne şanstır ki, kendi
sahanızda oynadığınız Antalyaspor ve Manisaspor maçlarının ikisi de
seyircisizdi. Yani ligde şu ana kadar taraftarınla
buluşamadın.
Evet, aynen dediğiniz gibi, Antalyaspor ve Manisaspor maçlarında
seyirci olmadığı için taraftarlarımızla buluşamadım. Ancak bu sezon
devre arasına denk gelen iç sahadaki Gençlerbirliği maçında forma
şansı buldum. Ama kupadan elendiğimiz için bu maçta da seyirci
sayısı oldukça azdı. Sözün kısası, taraftarımızın önünde dolu
tribünlere karşı bir maçta oynamayı iple çekiyorum. Çünkü stadyum
dolu, taraftar da coşkulu olunca insanın resmen oynayası geliyor.
"O tribünlere bir kendimi gösterebilsem, onları ayağa
kaldırabilsem" diyorsunuz içinizden.
Volkan Babacan'ın Kayserispor'a gidişinden sonra takımda
ikinci kaleci konumuna geldin. Bu biraz daha ağır bir sorumluluk.
Çünkü her an oynayabilecek durumda olman gerekiyor. Örnek olarak
ligin ilk haftasında Antalyaspor maçında Volkan'ın sakatlanması
sonucu oyuna girmeni gösterebiliriz. Bu durum seni nasıl etkiliyor
ve kendini nasıl sürekli hazır tutmaya
çalışıyorsun?[page_end]
Aragones ve Daum dönemlerinde üçüncü kaleci olarak takımda yer
almaya başladım. Önceden de dediğim gibi ben teker teker
yükselmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Önce ikinci kaleci
olacaksınız ki, sonra birinci kaleci olabilesiniz. Ben ilk önce
ikinci kaleci olabilmek için gayret ettim. Sonra da Volkan gidince
bu sene ikinci kaleciliğe yükseldim. Bu da benim istediğim bir
yükselme şekli; teker teker. Çalışmalarımın karşılığını aldım
diyebilirim. Bu konuda anlatmak istediğim şey şu; ben çalışarak her
zaman, her duruma hazır olmak zorundayım. O yüzden gerek ikinci
kaleciliğe, gerekse de birinci kaleciliğe yükseldiğimde her zaman
hazır olmak ve bu sorumluluğu taşımak durumundayım. Bunu da herkese
göstermek için sabırsızlanıyorum.
A Milli Takım'dan geri dönülmez!
U16 Millî Takımı'ndan beri Genç Millî Takım kadrolarında
yer aldın ve sonunda A Millî Takım'a yükselmeyi başardın. O kadroda
yer almak seni nasıl etkiledi, neler hissettirdi?
Türkiye-Güney Kore maçı sayesinde A Millî Takım'a ilk kez katılma şansı buldum. Millî Takım'a çağrıldığımı ilk duyduğumda aşırı bir mutluluk yaşadım açıkçası. Millî Takım ortamı da gerçekten çok güzel ve çok farklı. Buraya gelen, bir daha gitmemek için gerçekten elinden gelen her şeyi yapar. Ben de buraları gördükten sonra aynı şekilde çalışmalara devam edip, kendi takımımda da daha çok süre alarak buradan kopmamak için çok çalışacağım. Formasını giymek kısmet olmadı ama Millî Takım'ın antrenmanlarında bile bulunmak gerçekten inanılmaz bir şey.
Henüz çok gençsin ama kariyerinde unutamadığın bir maç
var mı?
A takım bazında şimdilik yok, çünkü daha yolun başındayım. PAF
takımıyla sahaya çıktığım son maçta tesadüfen Galatasaray'a, ondan
öncekinde de Beşiktaş'a karşı oynamıştım. O iki maçta da çok iyi
performans göstermiştim. Şimdiye kadar unutamadığım maç deyince
onlar aklıma geliyor.
Kariyer planlamanda neler var?
Profesyonel anlamda futbola başladığımdan beri en çok İngiltere
Premier Ligi'ni takip etmişimdir. Çok beğendiğim ve sempatimin
oldukça fazla olduğu bir lig. Ancak, ileride Fenerbahçe kalesinde
çok başarılı olup, taraftarların sevgilisi ve takımın değişilmez
bir ismi olmayı becerebilirsem burada sonuna kadar kalmak isterim.
Avrupa'ya gitme şansım olursa da İngiltere benim için her zaman
hedeftir.
Arkadaşına sırtını dönmeyen tek adam!
Kaleciler genellikle içlerine kapanık, yalnız
adamlardır. Maç anında da diğer arkadaşlarına göre hep tek
başlarınadırlar aslında. Sen de böyle bir insan mısın?
Hayır, içine kapanık bir insan değilim. Sosyal hayatımda hep
insanlara pozitif enerji vermek isteyen bir yapım var. Saha içinde
de arkadaşlarımla her zaman diyalog kurmayı, uyarılar yapmayı ihmal
etmem. Ama dediğiniz gibi kaleciler yalnız adamlardır. Hatta
eskilerin bize bu konuda söylediği bir söz vardır; "Kaleciler hep
siyah giyer" derler. Gerçekten dedikleri gibi hep siyah giyermiş
eskiden kaleciler. Kara talihli adam şeklinde benzetmeler
yapılırmış. Belki eski dönemdeki kaleciler kişilik olarak da
öyleydi, bilemiyorum. Ama bizim dönemimizde, kendi adıma konuşmak
gerekirse, öyle bir içine kapanıklık olduğunu söyleyemem. Bunun
yanı sıra, gene hocalarımızın kalecilerle ilgili bize yaptığı şu
benzetmeyi de belirtmeden geçemeyeceğim, "Bir kaleci, saha
içerisinde arkadaşlarına sırtını dönmeyen tek adamdır."
Sana göre İstanbul'da yaşayan genç bir oyuncu olmanın
zorlukları var mı? Özel hayatında neler yapmayı
seversin?
Ben İstanbul'da büyüdüm. Doğduğum sırada babam Karabükspor'un
kalesini koruduğu için 1 Mart 1989'da Karabük'te dünyaya gelmişim.
Bundan 2 sene sonra babam İstanbulspor'a transfer olmuş. Arada kısa
bir Kocaeli geçmişi olsa da o dönemden beri İstanbul'dayım. Şu anda
da ailemle birlikte yaşıyorum. İstanbul'a belki dışarıdan gelen,
özellikle genç oyuncular alışma sürecinde zorluklar yaşayabilir ama
ben İstanbul'da büyüdüğümden, ailemin beni yetiştirme tarzından ve
de hâlâ ailemle yaşıyor olmamdan dolayı bir sıkıntı çekmiyorum.
Sade bir yaşantım var. Çünkü bu zamanda İstanbul'da tabiri caizse
çılgınca yaşarsanız sıkıntı çekebilirsiniz. Buralara elbette herkes
bir şekilde gelebilir, ama önemli olan kalıcı olmaktır bana göre.
"Zirvede rüzgâr sert eser" diye bir lâf vardır. Ben de o yüzden
kalıcı olmak için sade bir hayat yaşamayı tercih ediyorum.
Antrenmanlar ve ev arasında gidip geliyorum. Sadece takım
arkadaşlarımla beraber topluca çıkarsak bir yerlere giderim. Özel
yaşamımda ise futbolla pek ilgilenmiyorum açıkçası. Yakın
arkadaşlarım diyebileceğim 2-3 çocukluk arkadaşım var. Onlarla
beraber vakit geçiririm genelde. Onlarla birlikteyken futbol
dışında her şeyi konuşuruz. Özel hayatıma futbolu sokmamaya özen
gösteriyorum.
Röportaj: Aydın Güvenir/ TamSaha