“Yıldırım Demirören yeter!” Bu slogan Beşiktaş’a başkanlık yaptığı dönemde tribünlerden sıklıkla yükselirdi. Sonra Federasyon başkanlığına gelince tüm takım taraftarlarınca söylenmeye başlanmıştı.
Dün Yıldırım Demirören’in en uzun günüydü herhalde. Aslında daha önceden tasarlanan ama hepsi aynı gün gerçekleşen gelişmeler yaşandı Biliyorsunuz, Federasyon Başkanlığı görevini yürütürken “iddiaa” isimli bahis şirketine talip olmuştu. Tepkiler de gecikmemişti. “Maçları ben oynatacağım, hakemleri ben atayacağım, bahis oranlarını ben belirleyeceğim, kazanan yine benim kasam olacak” gibi bir durum. Nereden baksanız etik dışı, neresinden tutsanız şaibe şüphesi yaratacak garip bir durum.
Demirören, açıklamasında futbola gölge düşürmemek için istifa ettiğini duyurdu. Kendisine ait gazeteler de hemen manşetleri dizdiler: “Örnek istifa!” Yok efendim, bir de etmeseymiş! Ülkede kanuna, etik değerlere riayet eden tek bir kurum kalmamış nasıl olsa!
İstifanın altında FIFA’nın cezai yaptırım uygulaması ihtimalinin olduğu açık. Başkan Infantino, iddiaa’ya talip olunması konusunda detaylara vakıf olmadığını ama böyle durumların hoşuna gitmediğini söylemişti. Futbolun patronu iken bir de bahislerin efendisi olmanın ise FIFA Etik Kuralları’nın 26. Maddesini ihlal ettiği ortada. Para cezasının yanı sıra 3 yıl futboldan men edilme riski söz konusuydu. Eh, birileri “Futbol benim olacak, vurucam kırbacı” diyecek diye böylesi bir skandal, çok yoğun tepki alırdı herhalde! Demirören’i destekleyen siyaset için de bir sonucu olurdu elbette!
Peki giderayak Şenol Güneş ile yapılan sözleşme sizce de biraz garip değil mi? Sonuçta siz bir dönemi bitiriyorsunuz. Belki farklı bir anlayış, farklı bir tarz, farklı hedefler ortaya konacak ama siz yine de milli takımı dört yıl daha devam ettirecek biriyle anlaşma yapıyorsunuz.”Ben artık yokum ama siz böyle devam edin” diyerek geleceğe ipotek koyuyorsunuz. Belli ki futbol üzerindeki hesaplarınız bitmemiş, istifanız gerçekten de sadece göstermelik.
Şenol hocanın Milli Takımın başına geçmesi zaten uzun zamandır konuşuluyordu. Kendisinin de böyle bir niyeti olduğu biliniyordu ama Beşiktaş kulübü bu duruma karşıydı. Şenol Güneş’in başarısı, başarısızlığı, kişiliği, yeteneği değil ama burada etik bir durum söz konusu aslında. Bir Trabzonlu olarak Şenol Güneş’in başarıları benim için de elbette gurur verici. Kendisine, kişiliğine, sözlerine oldukça saygı duyduğumu belirtmek isterim. İlk Milli Takım dönemindeki dünya üçüncülüğü başarısı, Trabzonspor, Bursaspor ve Beşiktaş ile yakaladığı çıta ile kendisini ispatladı. Tartışmasız ülkenin en başarılı antrenörleri arasına girdi. Hoş o bize Dünya Kupası’nda gurur yaşatırken, zor rakiplerle karşılaşmadığımızdan tutun, saçını eliyle yana taramasına, karizmasının olmadığına kadar futbol dışı birçok açıdan eleştirildi ya, o sahadaki başarısıyla hepsine cevap vermiş oldu!
Fakat Beşiktaş’ın başına geldiğinden beri, bana göre içine düştüğü korkunç stres ve İstanbul’un, her alandaki kulisten ibaret iş yönetme alışkanlıkları nedeniyle Şenol hoca biraz değişti. Özellikle Trabzonspor ile Fenerbahçe’nin şike konusu başta olmak üzere olumsuz ilişkisi, karşılıklı atışma ve suçlamalar Şenol Güneş’te de ister istemez belirgin bir tahribat yarattı.
Son dönemde ise bu durum kendisi açısından bir paranoyaya dönüşmüş gibi. Trabzon’daki Beşiktaş maçı için havaalanına indiğinde kendisini protesto edenlerle yaşadıkları aslında oldukça garipti. Bir grup taraftar Şenol Güneş’in Trabzon şehrini ve takımını sattığını söylüyor, Şenol Güneş de buna karşılık “Neyi satmışız? Siz satmanın ne demek olduğunu biliyor musunuz?” şeklinde oldukça makul bir cevap veriyordu. Buraya kadar her şey normal. Ancak sonrasında Şenol Güneş’in bölgedeki polislere "Burada suçlu sizsiniz. Bunlar paralı kişiler. Bunları siz gözaltına almıyorsunuz. Bunları araştırın. Ya Fenerbahçe ya biri getirdi" demesi oldukça çarpıcıydı. Böyle düşünebilirsiniz, bunu birileriyle paylaşabilirsiniz de ama herkesin gözü önünde bunu dillendirmeniz Fenerbahçe camiası ve taraftarıyla aranıza nasıl bir uçurum sokacağının farkında mısınız? Üstelik ileride Milli Takımı yönetme hedefiniz olmasına rağmen...
Tamamen adaletli davranmak, en iyi kimse onunla çalışmak, bir dostluk ortamı yaratmak, kimse arasına ayrım gözetmemek gibi aslında başarılması kolay olmayan görevleriniz olacak. Peki bu önyargı ve ateşe benzin dökercesine atılan adımlarla bunu nasıl başaracağız? Ülke başarısı her şeyin önünde, bizler bunun için ter dökeceğiz anlayışını nasıl yerleştireceğiz?
Daha sonra ise Fenerbahçe-Beşiktaş maçında Şenol Güneş, kafasına isabet eden cisim dolayısıyla sahayı terk etmişti. İçeride başına beş dikiş atılmış ve takımı maçtan çekilmişti. Elbette lanetlenecek ve utanılacak bir durum. Fakat bu konuda olayın biraz abartıldığı suçlaması karşısında kamuoyunu yeterince tatmin edecek bir durum yaratılamamıştı.
Bütün bunlar ortadayken, “Şenol Güneş, herkes tarafından kabul görerek gerçekten tarafsız ve başarılı bir yönetim sergileyebilecek mi?” diye düşünmeden edemiyor insan. Son 10 yıldır yaşadığımız travmaları biliyorsunuz. Milyon dolarlık oyuncuların tüm utanç verici sonuçlara rağmen dağıtılan dev primi paylaşamayıp kavga çıkarması ve Fatih Terim’in temsil ettiği kimliği hiçe sayarak kişisel bir hesap uğruna kebapçı basarak kavga çıkarması rezaleti üzerine yaşananları hatırlıyorsunuz. İşine son verilmesi, istifa ettiğinin açıklanması, kendisinin istifa etmediğini söyleyerek abartılı bir tazminat istemesi, tazminatı beğenmemesi, davalık olunması vs… Takım bu kadar başarısızken aldıkları astronomik maaşlar yetmiyor gibi bir de böylesi para hesaplarının yapılması, toplum vicdanını rahatsız etmişti. Daha sonra Türkiye’yi tanıyor, geçmişi başarılarla dolu diye düşünerek getirdiğimiz Lucescu, emekliliğinin tadını çıkarırcasına geçen bir dönem ve yeni bir hayal kırıklığı derken şimdi de daha ilk başında eğreti duran bir döneme gözlerimizi açıyoruz. Ne diyelim, Şenol Güneş’e başarılar diler ve umarım yanılırız. Ama biz artık gerçekten futbol konuşmak istiyoruz. Arık gerçekten YETER!