Jose Mourinho'dan ilginç açıklamalar
Habertürk'ten Fatih Altaylı'ya ropörtaj veren Jose Mourinho çok ilginç açıklamalarda bulundu.
Habertürk'ten Fatih Altaylı'ya ropörtaj veren Jose Mourinho çok ilginç açıklamalarda bulundu. İşte o ropörtaj...
Jose, (Yemek yedik ve yakın dost olduk ya hemen Jose oldu!) süper sempatik bir adam. İlk görüşte hafif "kıl" bir hali var. Suratsız gibi duruyor. Yani benim gibi. Ama muhabbet ilerleyince o da farklı yüzünü gösteriyor. Zaten futbol böyle bir şey. Geyiğe sardığınız zaman herkes aynı topun peşinde kafayı sıyırmış çocuklara dönüşüyor. Ama Mourinho'daki durum bunun da ötesinde. Başarıyı yakalamış ve hazmetmiş. Bunu, gerçekten başarılı tüm Batılılarda görüyorsunuz. Ayakları yere basan, alçakgönüllü bir hale geliyorlar. Emin olun bizim üç günlük dizi yıldızları bile onlardan daha havalı oluyor genelde. (Kıvanç Tatlıtuğ hariç. Zaten o da üç günlük dizi yıldızı değil.)
Kulübede devleşen Mourinho hiç de öyle dev falan değil. Terim'den kısa. Benim omzuma gelen boyuyla minyon bile sayılabilir. Ama gerçekten yakışıklı. Yaşı 49. Yani yaşıtım. Ama babası gibi duruyorum...
Kulüp yöneticiliği de yaptığım için merak ettiğim bir şey var.
"Acaba teknik direktörlere gereğinden çok mu para
veriyoruz?" diye düşünmüşümdür hep. Sence bir futbol
takımının başarısında teknik direktörün payı yüzde kaçtır? Ya da
şöyle sorayım, başarıda yönetimin payı nedir, teknik adamın payı
nedir, sahadaki futbolcuların payı nedir?
Sahada iyi bir takımınız yoksa; iyi, yetenekli futbolcularınız yoksa zaten hiçbir şey yapamazsınız. Yani takım önemli. En önemlisi diyebilirim. Böyle iyi bir takımı kurmak, bunları alabilmek için de iyi bir yönetim, iyi bir kulüp gerekli. Ama iyi bir yönetim, iyi bir takım kurup bu takımı organize edecek iyi bir teknik adam bulamazsa o zaman bütün bunlar hiçbir işe yaramayabilir. Hangisi daha önemli diye bir şey söyleyemem. Oran hiç veremem. Ama en önemlisi ahenk: Çekleri imzalayıp ödeyecek bir yönetim, bu paranın karşılığını verecek karakterli futbolcular ve futbolcuları doğru oynatacak, saygılarını kazanacak bir teknik direktör... İyi teknik direktörün önemiyse şurada: Gerçekten iyi bir teknik direktörseniz, sıfırdan kurduğunuz bir takımla kısa sürede başarılı olursunuz. Şanslı bir teknik direktörseniz ve iyiyseniz, iyi kurulmuş, iyi organize olmuş bir takımın başına geçersiniz...
'ABROMOVİÇ ÇOK
ZORDU'
* Seni ve Fatih'i (Terim) bir arada görmüşken sorayım.
Karizmatik teknik direktörlerin kulüp yönetimleriyle daha sık ve
daha fazla sorun yaşadığını düşünüyorum. Yanılıyormuyum? Özellikle
de patron kulüpleriyle...
Karizmatik teknik adamların patron kulüpleriyle daha çok sorun
yaşadığı doğru değil. Daha doğrusu genel olarak doğru değil. Mesela
benim en rahat çalıştığım kulüp başkanı Massimo Moratti (Inter
Başkanı) oldu. Adam kulübün sahibiydi. Çok güçlüydü. Takımın
fanatik bir taraftarıydı. Her maça gelen, medyayla çok yakın, hep
demeç veren, hep konuşan, heyecanlı bir adamdı ama onunla çok iyi
anlaştım. Beni takımın başına getirdi ve hiç karışmadı. Teknik
olayların içine hiç girmedi. Bir gün tek bir laf etmedi.
* Ama Abromoviç'le öyle olmadı değil mi?
Abromoviç çok farklı bir karakterdi. Moratti'nin tam aksine
medyayla sıfır ilişkisi vardı. Hiç konuşmaz, hiç röportaj vermez,
hiç ortalıkta görünmezdi. Ama futbolu çok iyi bildiğini düşünürdü
ve teknik konularda hep bir fikri, hep bir tavsiyesi vardı. Çok
zordu.
* O yüzden mi kovuldunuz
oradan?
"Kovulma" diyemeyiz. Karşılıklı anlaşarak
ayrıldım. Bir gün dayanamayacak noktaya geldiğimde gittim
dedimki:
"Bak Roman, biz iyi arkadaşız. Ama burada kalmaya devam edersem
arkadaşlığımız da bitecek. En iyisi ben ayrılayım." O da buna
"Hayır" demedi. Ayrıldım.
* Kovuma değil ama boşanma. Hatta severek boşanma diyebilir
miyiz?
"Boşanalım ama arkadaş kalalım" durumu. Çocukların iyiliği için!
Tam öyle. Hatta şöyle diyebilirim. Yeniden evlenme ihtimalini de
barındıran bir boşanma. Eğer devam etseydik yeniden evlenme
ihtimalimiz de olmazdı.
'KRİZ REAL MADRİD'E
UĞRAMAZ'[page_end]
* Burada Kerem Alkin lafa girdi ve HT Bloomberg Yayın
Yönetmeni'nden beklenen soruyu sordu:
Euro Bölgesi'ndeki ekonomik kriz Avrupa futbolunu nasıl
etkileyecek? Büyük bütçelerde, sponsorluk gelirlerinde sıkıntı
yaşayacak mısınız? (Mourinho gülüyor...)
Kriz Real Madrid'e uğramaz, çünkü taraftarların üzerinde duran bir
kulüp. Takımın sahibi taraftarlar. Yönetim onların arasından
çıkıyor. Takımı maddi olarak taraftarlar ayakta tutuyor. Müthiş bir
"merchandising" operasyonları var. Dünyanın her
yerinde ürün satıp büyük paralar kazanıyorlar. Sponsorluk
gelirlerine zerre ihtiyaçları yok. Geçen yılki gelirleri 500 milyon
Euro. Bu da fazlasıyla yetiyor. Mesela Ronaldo transferi çok büyük
rakam gibi görünüyor herkese. Real Madrid içinse çerez gibi, çünkü
sadece Ronaldo tişörtlerinin satışından gelen para Ronaldo
transferi için ödeneni fazlasıyla karşılıyor.
* Bu sözler üzerine masadaki herkes Türkiye'deki kulüplerle Real Madrid'in bütçesini karşılaştırmaya başladı. Bana Galatasaray'ın bütçesini sordular. "5'te biri bile değil" dedim. Fatih Terim itiraz etti: "5'te biri dediği tüm kulübün bütçesi. Tüm branşlar, tüm masraflar, genel giderler dahil. Jose'nin söylediği ise sadece futbol takımının bütçesi." Mourinho, Terim'in bu sözlerini doğruladı. Bunun üzerine sordum: Sınırsız imkânın var ve istediğin futbolcuyu alabilirsin. Mesela bu yıl kimi alırdın?
(Yanıtı yanıt değil ama çok önemli.) Messi'yi almazdım. Ronaldo'nun yanına Messi'yi koymak, ikisini aynı takımda oynatmak iyi bir fikir olmayabilir. "Olmaz" demiyorum ama riskli. Belki birbirlerini, belki de takımın uyumunu bozarlar.
* Messi'yi almazdın anladık. Peki kimi
alırdın?
Yarın bir oyuncuyu izlemeye gidiyorum ama kim olduğunu söylemem.
Şunu söyleyebilirim, Ronaldo şahane bir oyuncu. Takım oyuncusu, çok
iyi huylu, çok iyi kalpli. Her teknik direktörün sahip olmayı
isteyeceği bir oyuncu. O takımı seviyor, takım onu seviyor.
Messi'yi, karakterini bilmiyorum. Belki o da öyledir. Ama
tanımıyorum. Ronaldo her takımda oynar ve başarılı olur. Messi'yi
bilmiyorum.
* Mesut Özil...
Real Madrid'e aldığım zaman herkes şaşırdı. Şaşıracaklarını
biliyordum, çünkü Real Madrid taraftarı Zidane gibi oyuncuları
seviyo: Gösterişli, şov tarafı olan... Basit oynayan iyi oyunculara
alışık değiller.
* Bunca yıldız oyuncuyu yönetmek, kendini kabul ettirmek
zor değil mi? Bir teknik adamı, daha doğrusu seni başarıya götüren
nedir?
"Karizmatik teknik adam" dediniz ya, takım söz
konusu olduğu zaman karizma tam bir palavradır. Oyuncu hemen anlar.
Futbolcular çok özel hayvanlardır. Müthiş bir koku alma yetenekleri
vardır. Teknik direktörün iyi olup olmadığını, takımı taşıyıp
taşıyamadığını hemen anlarlar. Yanlış bir oyuncu değişikliği belki
kabul görür ama bu hatayı iki kere yaparsanız ve bu yüzden
kaybedersiniz, futbolcunun gözünde bir anda sıfırlanırsınız. Bir
teknik adam hem "motivatör" hem iyi antrenör hem iyi oyun okuyucu
olmak zorunda. Hepsi birden olacak. Mesela Fatih için "Çok
iyi motivatör" diyorlar. Hadi üç maç hatalı kadro yapsın,
hatalı değişiklik yapsın, hatalı taktik versin bakalım
"motivatör" olabilir mi? Kadroyu doğru kuracak,
değişikliği yerinde yapacak, sonra da motive edecek. Bunların hepsi
aynı önemde ve futbolcu bunların hepsini görüp anlar.
'ÜLKEME HİZMET
EDEMEDİM'
* Peki ya yıldızlar...
Galiba sizlerin yıldız anlayışıyla biz teknik direktörlerin yıldız
anlayışları çok faklı. Mesela bana göre Pepe bir yıldız ama siz
öyle görmezsiniz. Taraftar öyle görmez daha doğrusu. Taraftara göre
yıldız orta sahadan, forvetten çıkar. Çalım atacak, gol atacak, şov
yapacak adamlara yıldız diyorlar. Bize göreyse kafamızda bir takım,
bir oyun planı olur ve bu plandaki yerlere en iyi oturacak adamlar
yıldızlarımızdır. Bakın bir takımda sizin yıldız dediklerinizden
bir tane olursa iyidir. İki tane olursa şahanedir, ama üç tane
olursa sorun başlar. Dört tane olursa tam bir felakete dönüşür bu
sorun. Ortada takım kalmaz. Futbol kalmaz. Oynayacak kimse
almaz.
* Portekiz Milli Takımı'ndan bir teklif gelse kabul eder
misin?
Geçen sene geldi. Takım zordaydı, teknik direktörün işine son
vermişlerdi. Avrupa Şampiyonası Finalleri'ne katılmak riskli hale
gelmişti. "Gel" dediler. Açıkçası ben de kabul
ettim. Ama Real Madrid yönetimi izin vermedi. "Maçlar çakıştığı
zaman ne yapacaksın? Kafan dağılır, konsantrasyonun bozulur"
dediler. Haklılardı. Bana ve takıma çok yatırım yapmışlardı. Kabul
edemedim ama çok üzüldüm. Bir gün mutlaka bunu yapacağım. Çok
istiyorum. Gerçekten istiyorum. Hiçbir zaman iyi bir futbolcu
olamadım. Ülkeme hizmet edemedim. Ama şimdi teknik adam olarak
hizmet edebilirim ve bunu yapmak istiyorum. Hem de çok
istiyorum.
'TEK UĞRUM KARIMI
ARAMAK'[page_end]
* Son sorumu soruyorum: Maçlardan önce veya maç sırasında
bir uğurun var mı? Taktığın bir şey, söylediğin bir söz. Bir de şu
meşhur palton vardı, İnter'deyken hep giydiğin. Çok güzeldi. Aradım
ama bulamadım. Ne markaydı. Artık giymiyorsan bana satar
mısın?
İspanya Milano kadar soğuk olmadığı için artık palto giymiyorum.
Palto nerede onu da bilmiyorum. Karım almıştı. Maçlarda bir uğurum,
uğurlu eşyam falan yok. Maç öncesi veya sırasında bir ritüelim de
yok. Daha doğrusu tek bir ritüelim var. Sahaya çıkmadan önce
mutlaka eşimi ararım. Bana şans diler. O kadar. Uğur diyorsanız bir
tek bu var: Karımı aramak.
* Bir ara peş peşe sorularım üzerine Mourinho bana dönüp "Bak hiçbir teknik direktör senin gibi bir futbolcuyla çalışmak istemez. Çok şahsi oynuyorsun. Top hep senin ayağında olsun istiyorsun. Bir çalım, bir çalım daha. Bir kaleden öbür kaleye kadar topu götürüp golü de kendin atmak istiyorsun" deyince masadan kahkahalar yükseldi. En çok gülenin Fatih Terim olduğu da gözümden kaçmadı. Teknik direktörden yediğim fırça üzerine sustum. Konuklardan biri sordu: "Barcelona'dan teklif gelse gider misin?" Mourinho "Asla" dedi. Dayanamadım... Barcelona'dan nefret ediyorsun galiba!
Asla. Kariyerim Barcelona'da başladı diyebilirim. Biliyorsun orada teknik direktör yardımcısıydım. Çok iyi dostlarım var o kentte. Halen görüşüyorum. Çocuğum Barcelona'da doğdu ama mümkün değil gitmem. Çünkü İspanya'ya gelmeden önce İnter ve Chelsea'yi çalıştırırken tam 12 kez Barcelona ile karşılaştık. 12 kez. Şansıma. Grupta karşılaşıyoruz, gruptan çıkıyoruz yarı finalde, finalde bir daha karşılaşıyoruz. Tam bir bela. Bu maçlarda o kadar çok gerilim yaşandı, o kadar çok söz söylendi ki, bunları unutmamız mümkün değil. Ben onlara, onlar bana. Artık Barcelona'da çalışamam.
* Çok para verseler!
Artık paraya ihtiyacım kalmadı. Para için bir şey yapmama gerek
kalmadı. Para bir etken olmaz.
'İTALYA'DA HER ŞEY MÜBAH'
* Hocadan fırçayı yiyip yedek kulübesine çöken oyuncu gibi
susunca, soru soran da pek kalmadı. Millet kendi arasında konuşmaya
başladı. Bunun üzerine yine dayanamadım:
Bak bana kızdın ama ben oynamayınca takımda oynamıyor. Ben yine
topu alıyorum kusura bakma! Şaka yaptım. Tabii ki sor.
* Üç büyük futbol ülkesinde çalıştın. İtalya, İngiltere,
İspanya. Sence hangisinde futbol daha futbol gibi oynanıyor?
Hangisinde futbol gerçekten keyif işi?
Keyiften ne anladığınıza bağlı ama ben en çok İtalyan usulünü
sevdim. Mutlaka kazanmak için oynuyorlar. İyi oynamışsın, kötü
oynamışsın fark etmiyor. Kazan yeter. Futbolcu da öyle. Canını
kanını veriyor kazanmak için. 1-0 kazan ama kazan! Küçük bir takıma
gidiyorsun. 80 dakika savunma yapıyorlar. Kıran kırana. 1-0 galip
ol fark etmiyor. Gelmiyorlar. Kapanıyorlar. Sonra 80. dakikada
saldırmaya başlıyorlar. Ancak o zaman riske giriyorlar. İtalya'da
ilk maçımdı. 1-0 kazanmıştık ama kötü oynamıştık. Soyunma odasına
indim. Başkan geldi, "İyi oynamadık" dedim. "Boş ver iyi oyunu.
Kazandık ya yeter. Üç puan cepte. Başkasına gerek yok" dedi.
İngiltere ise tam tersi. 3-0 önde hâlâ atak yapıyor takımlar. Ya da
3 tane yemiş ama savunmaya çekilmiyor, yine bastırıyor. Kazanmak
önemli değil iyi oynamak, keyif almak önemli. Umursamıyorlar.
Teknik direktörler de rahat. İşleri garanti. İtalya'da ilk iki ayda
12 teknik direktör kovuluyor, İngiltere'de hiç kovulan yok. İspanya
ise ikisinin arasında bir yerde. Hem kazanacaksın hem iyi
oynayacaksın. Kazansan bile iyi futbol yoksa taraftarın
ıslıklıyor.
* Biri soruyor: Ülkelerin kültürleri futbolculara nasıl
yansıyor? Hangi ülkede futbolcuların kültürel seviyesi daha
yüksek?
(Soruyu tam anlamıyor ama çok güzel bir yanıt veriyor Mourinho.)
Benim ülkemde, Portekiz'de bir futbolcu ceza alanında sahtekârlık
yapıp kendini yere atar ve hakeme yutturursa bu iyi bir şeydir.
Taraftarlar o futbolcuyu sever, alkışlar. Doğru yaptığını düşünür.
İngiltere'de bir futbolcu aynı şeyi yaparsa, kendi taraftarı bile
ıslıklar. İspanya'da da öyle. Sahtekârlık hoş görülmez.
İtalya'daysa her şey mübahtır. Yeter ki kazan. Mesela Robin benim
oyuncumken sürekli balıklama atlardı yere. Taraftar nefret etti
ondan.
'BEŞİKTAŞ'TAN DÖRDÜNCÜ KOVULAN OLMAK
İSTEMEM'
* Real Madrid'le zirvedesin. Daha yukarıda bir takım yok.
Bundan sonra ne yapacaksın? Ne yapsan zirveden inmiş olarak
görülmeyecek misin?
Eskiden olsa "Evet" derdim ama artık öyle bakmıyorum meseleye.
Gittiğim her takımda belirli bir başarıya ulaştım. Dediğiniz gibi
Real Madrid eğer zirve ise zirveye kadar çıktım. Bundan sonra keyif
işi yaparım. Farklı iddialar ortaya koymak isterim.
* Masadaki Beşiktaşlılardan biri şöyle
dedi:
O zaman Beşiktaş'a gelirsiniz.
(Mourinho "Hayır" anlamında elini salladı.) Gelmem. Real Madrid'in
üç eski teknik direktörü Toshack, Del Bosque ve Schuster Beşiktaş'a
geldi, üçü de kovuldu. Dördüncü olmak istemem.
* Bunun üzerine kendisine bir teklif
götürdüm:
Bizim gazetenin patronu Kasımpaşaspor'u aldı. 2. Lig'de ama 1'e
çıkmak üzere, iyi bir iddia olur sizin için. Terim'e dönüp
"İstanbul takımı mı?" diye sordu. Terim
"Evet" deyince şöyle yanıtladı:
Neden olmasın? (Eğer kabul ederse benim kovulacağım kesin. Adam
Real Madrid'den yılda 18 milyon Euro alıyor.)