Mustafa Denizli'den iddialı açıklamalar

Galatasaray'ın başına geçen Mustafa Denizli, kariyerine dair bilinmeyenleri ve futbola bakış açısını anlattı.

Teknik Direktör Mustafa Denizli futbola bakış açısını, bilinmeyenlerini anlattı.

Galatasaray'ın başına geçmeden önce Fitbol Dergisi'ne konuşan Mustafa Denizli'ye göre futbolda başarıyı etkileyen şeyler nelerdir? İran takımı Pas'a niye gitti? Hatice mi netice mi önemli? Mustafa Denizli değerlendirdi.

HEDEFİM HİÇ YAPILMAYANI GERÇEKLEŞTİRMEK

"Bu zamana kadar yurt içi ve dışından pek çok teklif aldım ama değerli teklifler benim kafamdaki düşüncelerle örtüşmedi. En son on gün önce yine bir teklif aldım. Takım önemli değil, tekliflerin gelmesi önemli. Teknik direktörlüğe yakında dönmeyi düşünüyorum, çalışmak isterim ancak istediklerimi yapabileceğime inandığım bir yapı oluşturulursa işin başına geçerim. İnanmadığım anda da giderim. Rize’yi bıraktığım zaman Türkiye’deki en iyi kontratlardan birisine sahiptim ama hedeflerimiz uyuşmuyordu. “Ne sizin paranıza ne de benim emeğime yazık olsun” diyerek sonlandırdım. O dönem en kötü Avrupa’ya iştirak edecek bir yapıyı orada oluşturmak istiyordum... Benim hayellerime ortak olunsaydı belki başka olurdu. Nihayetinde geride bıraktığım futbol kariyerini düşününce hedefim bir kulüpte o döneme kadar yapılmışların en iyisini ya da yapılamayanı gerçekleştirmektir. Benim çalışma motivasyonum budur, başka ne olabilir ki? Bunun koşullarını hazırlamadan da işin başına geçmem"

KULÜPLERDEN BEKLENTİ

İki tane birim vardır bir kulübün içerisinde. Büyük kulüplerde bir de amatör şubeler eklenir buna, ama genelde kulüpler bu iki ana yapı üzerinden yükselir. Birisi idari, diğeri teknik yapıdır. Her iki yapının görev alanları ve sorumlulukları farklıdır. Öte yandan iki yapının birbirleriyle ortak hareket etmek zorunda kaldıkları anlar da olur. Bir transfer söz konusu olduğunda beraber ve uyum içerisinde hareket etmek zorundadır. İlişkilerin çok iyi yürüyebilmesi için arada izafi, görünmez çizgiler, yazılı olmayan kurallar vardır ve bunların işlemesi gerekir. Maalesef ülkemizde ilişkiler birbirlerine girmiş, karışmış ve bu kaotik yapı gelenekselleşmiş bir hal almış durumda. Başarının koşulları bu kaos hali yüzünden oluşmuyor. Cıvık cıvık ilişkiler yumağına dönüştüğü zaman işler karışıyor. İyi bir yönetici bu sağlıklı modelin farkına varır ve onu oluşturur. Aklın yolu birdir. Önce idari yönetim kendisini ortaya koyar, koşulları oluşturur; biz de bu ortamda çalışırız. İkinci olarak, inanmak önemlidir. Sevgi, saygıdan bile daha fazla önemlidir. İnanmak, başarmanın yarısı derler, tam öyle bence de.  Önce inanç, sonra arkasından hedef birliği oluşur.

SÜRDÜRÜLEBİLİR BAŞARININ FORMULÜ (KUTU)

Sakınmanız gereken bir başka konuysa kısa vadede yakalanılan başarıların ardından doğan “yalaka ilişkiler silsilesi.” Zafer sarhoşluğunda çok da dikkate alınmayan bu yozlaşmış ilişkiler başarının çok kısa süreli olmasına sebebiyet verir. Her şey güllük gülistanlık gözükür ama aslında yapılan gerçekte başarıyı oluşturan yapının altını oymaktır. Bu yalaka ilişkilerden kaçınmazsanız, sürdürülebilir bir başarı şansınız olmaz. Dolayısıyla idari ve teknik birimin birbirleriyle kurduğu ilişkinin niteliği de benim için önemlidir.

İNSANLAR 'MUSTAFA DENİZLİ TAKIMI' DEMELİ

Bizim ülkemizde mentalite “kazanmak” üzerine değil “kaybetmemek” üzerine kurulu. Kaybetmediğin zaman yoluna devam ediyorsun.

İnsanlar nasıl gol yemediğine değil, nasıl attığına bakmak için tribünlere gelir.

Kazandığındaysa ne yaptığına pek bakılmıyor. Sıklıkla “Rakibe hiç pozisyon vermedik” denir ama kimse “Kaç pozisyon ürettin?” diye sormaz. Bu yeterli görülür. Takım defansif açıdan çalışıyorsa, tamam. Bu belki teknik adamın yararına ama futbol ve takım büyük resimde kaybediyor. İnsanlar nasıl gol yemediğine değil, nasıl attığına bakmak için tribünlere gelir. 1982 Brezilya’sını herkes hatırlıyor, üzerine sayısız yazılar yazılıyor, tekrar tekrar önümüze konuyor güzelliği...  2004 Yunanistan’ını ise pek kimse hatırlamak istemez. Ben bir yerde çalışmaya başladığım zaman, insanlar, “Bu bir Mustafa Denizli takımı” demeli. Hedefim yapılmamış olanı gerçekleştirmek. Büyüklerde bu Şampiyonlar Ligi başarısıdır, Anadolu’da ise şampiyonluktur. Elbette bunları yaparken amaç sadece kazanmak olan bir takım yaratmaktan ziyade, futboluyla da taraftara keyif verecek bir takım oluşturmak...

NEDEN İRAN?

İran’da Pas Kulübü’nün ikinci başkanı kulübe ve medyaya benimle bir görüşme olacağını söylemiş. Benim haberim yok tabii. Kulüpte de böyle bir beklenti oluşmuş o öyle söyleyince. Zor duruma düşünce ağlayarak Tahran’a gelmemi rica etti. İran’da kulüplerin büyük çoğunluğu devletin elinde ve dolayısıyla çalışan da aslında devlet çalışanı. Eğer gitmezsem işinden olacağını söylüyordu adamcağız. “Hiç olmazsa İran’a gelin, bir görüşme gerçekleştirelim, aynı akşam geri dönersiniz, yoksa işimden olurum” diyordu. Büyük bir baskı altında kaldım ben de ve sonunda “Ne olacak ki, en fazla görüşüp akşama da dönerim” dedim.. Tamamen insani nedenlerden dolayı, sonucu belli olan bir görüşme yapmak için Tahran’a uçtum, akşam uçağıyla da dönecektim. Gelin görün ki Tahran’a inince büyülendim. Sokaklarda insanlar içtenlikle ve sevgiyle yaklaşıyor, şehir de inanılmaz güzel. Tahran’a ayak basar basmaz, şaşkınlık içerisindeydim. Olup bitene bir türlü anlam veremiyordum. İnsanların bana olan tavrı, sanki o kulüpte beş yıl çalışmışım da dördünde şampiyonluk yaşamışım gibi sevgi doluydu. İlgi alaka inanılmazdı. Tahran’a değil de İzmir’e gitmişim gibi... Herkes beni tanıyor, “Hoşgeldin Denizli” diyordu. Bense saate bakıyor ve akşam uçağını kaçırmak istemiyordum. Kendimi o gün Tahran’da o kadar iyi ve mutlu hissettim ki, imzayı da attım. Öte yandan ben her ne kadar edebiyat mezunu olsam da tarihe de çok meraklıyımdır, bilen bilir. Özellikle Pers kültürü ve tarihinin benim hayatımda önemli bir yeri vardır. Tüm bunlar birleştiğinde, ülkedeki futbol ortamından da uzaklaşmak istediğim bir zaman olduğu için, sevgi dolu ortamın da etkisiyle İran’da çalışmaya “Evet” dedim. Burada mutlu olacağıma inandım ve geçen zamanın ardından da ne kadar haklı olduğumu gördüm. Eğer abimin rahatsızlığı olmasaydı dönmezdim de.

TERCÜMAN YOLUYLA İLETİŞİM

İran’da ilk yıl tercüman yoluyla iletişime geçtim. Dil doğrudan bağ kurmak adına önemli bir faktördür. İletişimde “ara istasyon” kullandığın zaman “güç kaybına uğrarsın.” Futbolun evrensel bir tarafı olsa dahi bu gerçek değişmez. Ben ikinci yılımda Farsça’yı derdimi anlatacak kadar biliyordum mesela.

Aachen’daysa çalışmaya önce “geçici izinle” başladım dil yüzünden. Yaklaşık beş ay sonra Dortmund’da lisan imtihanına girip çalışmaya devam ettim. Yedi ay, her gün, asgari üç saat Almanca dersi aldım. Buna üç yıl da Derwall ile geçen zamanı ekleyin. Dil bilmiyorsan zaten Alman Futbol Federasyonu sana çalışma iznini vermiyor. Daha doğrusu özel izinle belli bir süre çalışabilirsin ve o zaman içerisinde Almanca’yı öğrenmek zorundasın. Düşünün, ben Almanya’ya Avrupa’da yarı final oynamış bir takımın hocası olarak gittim. Buna rağmen durum bu. Futbolda iki ana lisan var: İngilizce ve İspanyolca. Arkadan gelen, tamamlayıcı iki lisansa Almanca ve Fransızca. Bu temel dillerin dışına çıktığın zaman tercüman kullanmak kaçınılmaz. Bu dört lisan seni direkt iletişimde ön plana çıkarıyor. Türkiye’de ise bu konuda öyle çok kargaşa var ki... Bu memlekette üç insandan ikisinin Almanca ile ilişiği vardır. En kolay bulabileceğiniz insan Almanca bilen aslında. Buna rağmen ana dili Almanca olan futbolcu ve teknik adamlara, İngilizce tercüman veriyorlar. Bu detay pek önemsenmiyor. Üstelik o çevirilerin pek çoğu da eksik ve hatalı. Hali hazırda güç kaybına uğramış, aracı istasyonla çalışan insanları “tercüman” konusunda profesyonel olmadığımız için biz daha da güçsüzleştiriyoruz...

BEŞİKTAŞ İLE ÇİFTE KUPA

2008-09 sezonunun altıncı haftasıydı. Ertuğrul Sağlam’ın istifası sonrasında Beşiktaş’ta göreve başladım. Dürüst olmak gerekirse o dönem bir teklif beklemiyordum. Benim için sürpriz oldu. İlk etapta zirve yarışının içerisinde kalmaya gayret ettik. Devre arasına geldiğimizdeyse liderden altı puan gerideydik. Oturup takımın analizini yapıp hangi bölgelere ne tarz bir futbolcuya ihtiyacımız olduğuna baktık. Ortada Delgado, Tello vardı. Bizim biraz daha sertliğe ihtiyacımız vardı. Gerçi Cisse de kadroda ama yine de ikinci biri daha lazımdı. Fabian Ernst’i aldık ve inanılmaz başarılı oldu. Yusuf Şimşek ve Fabian Ernst transferiyle hedefi on ikiden vurduk. Üstelik bunlar bütçeye de oldukça uygun transferlerdi. Nihayetinde bu bir yatırımdır. Kazandığımız iki kupayı da düşünürsek bir koyup on almayı başardık. Karşılığını direkt Şampiyonlar Ligi’ne giderek fazlasıyla aldık.

Beşiktaş, Denizli döneminde şampiyon olmuş, Şampiyonlar Ligi’ne gidip Türkiye Kupası’nı da alarak kasasına 25 milyon euro para koymuştu.

Devre arasını dördüncü bitirip de şampiyon olmuş bir takım dahi yokken biz altıncı bitirdiğimiz devreyi şampiyon olarak tamamlamayı başardık...

Günün Önemli Haberleri