Onlar golcülerin korkulu rüyalarıydı
Futbolda savunmanın yolu stoperlerin uyumundan geçer. Türkiye ve Avrupa'nın devleri tandemleriyle bir dönemin golcülerine geçit vermediler. İşte o ikililer...
Eskiler çok söylerdi “Önce tandemin sağlam olacak” lafını. Televizyondaki yorumcudan, kahvehanedeki vatandaşa kadar, herkesin dilindedir defans ikililerin uyumuna duyulan hasret.
Fitbol dergisinde de bu ay 1990 yıl ve sonrasındaki tandemleri
ele aldı. İşte Türk futbolunun yakın dönemdeki en iyi defans
tandemleri…
Uche Okechuckwu - Jes Högh (Fenerbahçe)
Uche bir gladyatör edasıyla saha çıkar ve soğuk bakışlarla, yıkılmaz fiziğiyle üzerine doğru koşan rakiplerine gözdağı verirken, Högh ise zekası ve doğru işleyen karar mekanizmasıyla bir generalmiş izlenimi verirdi bana. Türkiye cephesine katılmadan iki yıl önce Brondby cehpesinde de iki sene beraber dövüşen bu ikili, Fenerbahçe’nin 6 sene şampiyon olamadığı süreç sonrasında verilen “Kurtuluş Savaşı”nda takımın en güvenilir halkasını oluşturdu. Yıllar birbirlerinin zaaflarını o kadar iyi kavramalarını sağlamıştı ki ne yapacaklarını ezbere biliyorlardı. Uche olmadığında Högh’ün gardı düşüyor, Högh olmadığında Uche’nin verimi azalıyordu. Bu ikili takımlarının ilk Avrupa seferinde de başroldeydi. Sarı-Lacivert ülkede bugün, yıllar sonra bile “uyum” ve “savunma” lafı geçtiğinde ilk onların ruhu çağırılıyor…
Gheorghe Popescu – Bülent Korkmaz (Galatasaray)
Bir laf vardır sık sık tekrarlanan: “Bülent’e futbolu Popescu öğretti” derler. Bir hoca-öğrenci ilişkisi şüphesiz çok abartılı olur ama Bülent Korkmaz ve Popescu arasında bir Rocky – Apollo ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz. “İtalyan Aygırı” şüphesiz Apollo ile çalışmadan önce de iyi boksördü. Zaten onu yenmişti, bir şampiyondu ama daha da ileriye gitmek için Apollo’nun yardımına ihtiyaç duyuyordu. Aynı Bülent Korkmaz gibi o da bir savaşçıydı; Apollo ise Popescu kadar teknikti. Bu bir yaş meselesi değildi; ikili birlikte oynamaya başladığında Korkmaz da yıllardır olmadığı kadar iyi oynamaya, yıllardır atamadığı adrese teslim uzun topları atmaya başladı. Pozisyon alışını geliştirdi. İkili Galatasaray’ın Avrupa ringindeki en büyük başarısının mimarları arasına adlarını yazdırdı.
Zago – Ronaldo (Beşiktaş)
Zago, sert ve acımasız bir oyuncuydu şüphesiz. Romalı taraftarların ona yazdığı bestede olduğu gibi “Ejderhaymışçasına ateş püskürüyor”du. Agresif gücüyle kolay kolay karşısına çıkmaya cesaret edilmeyecek bir oyuncuydu. 1991 ile 2002 arasında tam 37 kez, 1998-2001 arasındaysa düzenli olarak Brezilya Milli Takımı’nın formasını giymişti. Sık sık “olaylara karışsa” da kalitesinden şüphe eden yoktu. Hava toplarında da bir ejderha gibiydi. Ronaldo’ysa tabiri caizse “ejderha efendisi”ydi. Onu ehlileştiren, mantığı ve sezgisel yetenekleri yüksek bir oyuncuydu. Yanlış bir adım attığı zor görülürdü. Zago ile öyle dengeli bir ikili oldular ki Ronaldo zaman zaman Zago’nun arkasını topladı, zaman zaman da onun yapamadığı topu oyuna sokma konusunu halletti. Nihayetinde Beşiktaş 100. yılında ligin en az gol yiyen takımı olarak şampiyon oldu. Takım aynı başarıları elde edemediğinde dahi, onlara bir suç bulan çıkmadı.
Reinhard Stumpf - Falco Götz (Galatasaray)
Stumpf 1990-91 sezonunda büyük bir sürpriz yapıp şampiyon olan Kaiserslautern’in “geçilmez” defans oyuncusuydu. Bir sezon aradan sonra Galatasaray’a geldiğinde 1,90’lık boyu ve sağlam “posu” sebebiyle sık sık “Kazma” ve “Ayıboğan” muamelesiyle karşı karşıya kalmıştı. Ama o, daha çok bir Terminatör’dü. Özellikle markaj ve zamanlama konusunda diğer “Ayıboğan” lakaplı futbolculardan çok daha iyiydi. Top sektirmemesi ve pozisyon alışıyla ne kadar haksızlık edildiği kısa sürede ortaya çıktı zaten. Falco da Stumpf ile beraber geldi. Onunla beraber, iki sene sonra iki şampiyonluk kazanarak gitti. Stumpf’un aksine, topla münasebetiyle ön plana çıkıyordu. Stumpf ne kadar yok ediciyse (terminatör), Falco da o kadar var ediciydi özetle ve bu “gücün dengesi” getirmişti Galatasaray’a başarıyı.
Ulvi Güveneroğlu – Gökhan Keskin (Beşiktaş)
Beşiktaş, Gordon Milne ile lige ambargo koyarken takımın tandemi Ulvi ile Gökhan’dan oluşuyordu. İngiliz hoca aslında ilk geldiğinde Ulvi ve Samet Aybaba’dan tandemi oluşturmuştu. Gökhan o dönemlerde iyi bir orta saha oyuncusuydu. Fakat günler geçtikçe geriye doğru çekildi ve Ulvi’nin yanındaki yerini aldı. Ustaca paslarıyla, “geriden oyun kuran stoper” ekolünün baş temsilcilerinden biri oldu. Ulvi ise emektar ve istikrarlı bir makine gibi hiç “su koyvermemesine” rağmen bir kere bile milli olamadı… “Yeni makineler” sürekli bozulurken o kendi gibi kaldı. Özellikle 89 ile 92 arasındaki dönemde ligde daha iyi bir tandem bulmak zordu. Beşiktaş 1991-92 sezonu namağlup şampiyon kapatılırken Metin-Ali-Feyyaz’ın sanatı kadar Gökhan ile Ulvi’nin zanaatinin payı da büyüktü…
Ömer Erdoğan – İbrahim Öztürk (Buraspor)
Bursaspor’un şampiyon tandemi belki de pek hak ettiği değeri göremedi. Ömer Erdoğan ayağı yere sağlam basan, hava toplarına hakim, nadiren hata yapan bir stoperdi. Daha önce Galatasaray’a transfer olduğunda da çok iyi maçlar çıkarmış ama nedense gönderilmişti. İbrahim Öztürk ise sıkı bir markajcı olarak (bugünlerde yaşı dolayısıyla biraz geriye gitmiş olmasına rağmen) Bursa’nın defans gücüne güç katmıştı. İkilinin yakaladığı uyum Bursaspor kalesinde sadece 26 gol girmesine sebep oldu…
Fabio Luciano - Stjepan Tomas (Fenerbahçe)
Birbirine uyum meselesinin en büyük kanıtlarından biridir bu tandem. Luciano hava toplarında etkin, Tomas yerden kaçırmıyor. Luciano topla daha iyi, Tomas tuttuğunu bırakmıyor. Luciano ağır değilse de oturaklı, Tomas kısa mesafede yıldırım gibi… Tek sezonda birbiriyle bu kadar uyum sağlayan az oyuncu vardır. O sezon Beşiktaş’ın 8 puan gerisinden gelen Fenerbahçe 4 puan farkla şampiyon olurken aslında şampiyon bir takıma göre fazla gol yemiştir. (41 gol) Yine de o sezonki sağ ve sol bek problemi, Enke’nin gidişi sonrası kalenin, iki tecrübesiz kaleci Recep Biler ve Volkan Demirel’e emanet oluşu da akla geldiği için bu ikili pek çok kişi tarafından Edu-Lugano’dan “daha iyi” anılmakta.
90’LARA UCUNDAN YETİŞEMEYENLER…
Erhan Önal - Cüneyt Tanman (Galatasaray)
1985-91 arasında Galatasaray’ın değişmez tandemi Erhan Önal ve Cüneyt Tanman’dan oluşuyordu. Ancak 1990 ve sonrasında her zaman birlikte forma giymediler. Erhan Önal sık sık hücuma dahil olan bir oyuncuydu.
Süratli stili ve enerjiyse ünlüydü. “Büyük Kaptan” Cüneyt Tanman ise “efendi” oluşuyla ve futbol aklıyla sık sık alkış alırdı. İki oyuncu da hücumdan defansa çekilmişti. Hem Derwall’in 13 sene sonra şampiyon olan, hem de Denizli’nin “Avrupa Fatihi” takımının değişmez isimleriydiler.
Nezihi Tosuncuk – Müjdat Yetkiner (Fenerbahçe)
Yıl 1988-89. 103 gol atan Fenerbahçe’nin defans ikilisi. İkisi de enerjik, ikisi de ileri çıkmaya pek hevesli. Buna rağmen yenilen gol sayısı sadece 27. Nezihi Tosuncuk’un “Bütün deliler Fener’de, beni neden almıyorlar” diye basına isyan edip takıma katılmayı başardığı günlerin hemen sonrası. Bir sezon önce bir başka “çılgın” Abdülkerim Durmaz’la ikili oynayan Nezihi, bu sefer 82 yılında altyapıdan çıktıktan sonra oynamadığı mevki kalmayacak olan Müjdat Yetkiner’in stopere çekilmesiyle yeni ortağını buluyor. Sonrasını biliyorsunuz…
AVRUPA’DAN UNUTULMAZ TANDEMLER
Rio Ferdinand – Vidic (Manchester United)
İkisi de iri yarı, ikisi de müdahale konusunda mahir, ikisi de pozisyon almanın kralı. Birbirini tamamlamaktan çok, doğru bir orta saha desteğiyle birbirine benzemeyen oyunculardan kurulu bir tandemin de iş yapabileceğini gösteren ikili.
Pique – Mascherano (Barcelona)
Barcelona’ya iki kez (2011, 2015) Şampiyonlar Ligi Kupası’nı getiren, hâlâ da beraber oynamaya devam eden ama unutulmayacağına emin olduğunan tandem.
Nesta – Maldini (Milan)
Milan’a iki kez (2003, 2007) Şampiyonlar Ligi Kupası’nı getiren ikili. İki savunma sanatçısı. Nesta büyük bir kesici, daha çok sol bek oynayan Maldini ise istikrar abidesi.
Costacurta – Baresi (Milan)
Yine bir Milan ikilisi. İlkinden büyük sanatçı hem de. Kupa-1’i 3 kez (1989, 1990, 1994) alıp, iki kez de (1993, 1995) final oynamak çok sağlam bir sicil.
Leboeuf – Desailly (Chelsea)
Fransız Milli Takımı’nın ve Kupa Galipleri Kupası’nı alan Chelsea’nin yıkılmaz savunmacıları. İkisi de atletik, ikisi de yıkılmaz, ikisi de dayanıklı. Ve ilginç bir not, Frank Lebouef şimdilerde aktör. Hatta Stephen Hawking’in hayatını anlatan The Theory of Everything’te bir rolü vardı…