Rijkaard'dan bomba açıklamalar
Frank Rijkaard, Tam Saha Dergisi'ne konuştu... Kendisine yöneltilen soruları yanıtlayan Hollandalı teknik adam çarpıcı açıklamalar yaptı.
Son 25 yılda futbolseverin gönlünde taht kuran, hafızalara kazının üç takım hangileri” diye sorsanız, Ajax, Milan, Barcelona üçlüsü açık ara farkla ilk sırayı alır.
Bu takımların ilk ikisinde oyuncu, diğerinde ise teknik adam
olarak görev almak da bir insanı kolaylıkla bir efsaneye
çevirebilir. İşte o efsane şimdi Galatasaray’ın başında. Sadece
kazanan değil, iyi futbol oynayan bir takımı ortaya çıkarmak için
çaba harcıyor. Futbol felsefesini de “Sıkıcı ve renksiz oyunla
kazananlar tarihe yazılır ama hafızalara yazılmaz” diye
özetliyor.
Galatasaray Teknik Direktörü Frank Rijkaard, TFF'nin resmi yayın
organı Tam Saha Dergisi'ne konuştu. Soruları yanıtlayan Hollandalı
teknik adam çarpıcı açıklamalar yaptı.
Röportajdan öne çıkan satırbaşları şöyle:
"Genç bir futbolcu için en iyisi yetiştiği takımda ya da ülkede en
az 3-4 sene oynamasıdır. Orada yeteneklerini olgunlaştırır, deneyim
kazanır ve mücadeleyi öğrenir. Önce yetenek öne çıkar. Ama o
yeteneği nasıl geliştireceğiniz önemlidir. Bu da zaman alır."
"Bir Ajax okulundan bahsediyorsak, bu Cruyff ve Michels
sayesindedir. Ben her ikisiyle de çalıştım. Örnek alınacak
adamlardı. Ama ben onları taklit etmeyi düşünmedim hiç. Çünkü
hiçbir teknik adamın taklit edilemeyeceğini düşünüyorum."
"Sacchi’nin Milan’ı oynadığım en iyi takımdı. Bütün maçı rakip
sahada geçirirdik neredeyse. Bu sadece iyi oyuncularla
kendiliğinden oluşacak bir şey değil. Biz 11 kişiden oluşan tek bir
organizma gibi hareket ediyorduk."
"Teknik adam olarak altyapıdan başlamak istiyordum fakat Cruyff
beni A takım konusunda ikna etti. Ama şunu yaptım; tecrübesizliği
kapatabilmek için çok iyi yardımcı hocalar seçtim. Neeskens’i,
Kroll’u, Cruyff’u yardımcı koç olarak takıma davet ettim."
"Takım çalışmasına inanırım. Ne kadar çok bilgi ve farklı fikir
gelirse o kadar zenginleştiğimi düşünürüm. Fikir ayrılıkları beni
ürkütmez, tersine besler. Arkadaşlarım o kadar iyi ki, bazen geriye
çekilip takıma uzaktan bakmak gibi bir lüksüm var."
"A takımın teknik direktörü olarak benim asli görevim gençleri
takıma kazandırmak değil. Altyapılarda iyi bir organizasyon,
iletişim ve kurumsal yapı kurarsanız o kaynaktan beslenirsiniz. Biz
gidip seçmeyiz. Biz sadece yapılmış olanı değerlendirebiliriz."
"Türkiye’de başarılı olmanın kolay olmadığını da biliyordum ve bu
rekabetçi ortam beni çekiyordu. Eğer ciddi anlamda bir rekabet
yoksa o lig iyi değildir. Türkiye bu açıdan gayet tatmin edici.
Motive olmak, yeni bir şeyler başarmak için iyi bir başlangıç
yeri"
"Yolun başında bir takım için şimdiden çok büyük hedefler çizmek
istemem. Ama iyi başlarsanız, işler de iyi gider. Her gün üstüne
koymalı, takım ruhunu yaratmalıyız. Bunu başardıktan sonra
gerçekten anlamlı bir şey söyleyebiliriz, ama şimdi değil"
"Taraftarlar sadece kazanmayı değil iyi futbol da görmeyi de ister.
Geçmişe baktığınızda pek çok kupa kazanmış takım vardır. Ama
aralarından sadece iyi futbol oynayanlar akılda kalır. Sıkıcı ve
renksiz oyunla kazananlar tarihe yazılır ama hafızalara
yazılmaz."
"Futbolda oyuncular arasında eşitlik vardır. Birinin katkısını
diğerinin çok üstüne çıkartmak doğru değildir. Eğer takımda herkes
yapması gerekeni iyi yaparsa, yıldızlar da daha rahat öne çıkar.
Herkesin kendine oynadığı bir takım başarısızlığa mahkûmdur."
"İyi oyuncu olmak aslında güçlü olmak da demektir. Size yönelik
ilgiyle, üzerinizdeki baskıyla baş edebilmek demektir. Ne kadar
yetenekli olursanız olun, şöhretle baş edemiyorsanız gerisi
gelmez."
"Arda çok genç ve bence çok daha iyi olabilir. Bunun başarmak için
alçakgönüllü olmaya devam etmeli ve çok daha fazla çalışmalı.
Hayatı normalleştirmenin en iyi yolu budur. Uyumlu olmayı
sürdürmek, sahada iyi pozisyon almak ve takımın bir parçası
olmak."
"Daha çok tepkisel bir oyununuz var. Karşı takıma göre taktikler
belirleniyor. Kalite, güç Avrupa’nın önde gelen futbol ülkeleriyle
üç aşağı beş yukarı aynı. Ama Türkiye’yi farklı kılan şey biraz da
şu; işler kötü gittiğinde bir anda oyun mantalitesi
kaybolabiliyor."
"Yürekten oynayan oyuncu sayınız çok. Ama bu bazen aklı devre dışı
bırakıyor. Herkes kendi başına maçı çevirmeye kalkıyor. O zaman da
bütünlük kayboluyor. Takım oyununda asıl olan dengeli olabilmektir.
Coşku bazen bozucu bir etki yarabiliyor"
"Bu oyunu ne kadar basit oynarsanız o kadar iyi oynarsınız. Ama bu
o kadar da kolay bir şey değildir. Bunun için egoların
törpülenmesi, herkesin paylaşıma açık olması gerekir. Yaratıcı
olmak için ille de topla gezmek zorunda değilsiniz."
"Teknik adam olarak uzun dönemli planlar yapma lüksünüz yoktur.
Çünkü ne kadar kalacağınızı siz belirleyemezsiniz. Bu yüzden ilk
hedefim önemli şeyler başarmak olacak. Sonrasını sonra düşüneceğiz.
Çünkü bugünden belirlemek imkânsız."
"GENÇ OYUNCU YETİŞTİĞİ TAKIMDA 3-4 SENE
KALMALI" DİĞER SAYFADA...
[page_end]
"GENÇ OYUNCU YETİŞTİĞİ TAKIMDA 3-4 SENE
KALMALI"
Milan’a 26 yaşında transfer olmuştunuz. Bugünü düşündüğümüzde
bayağı gecikmiş bir transfer bu. Şimdilerde 18-19 yaşlarında büyük
transferler başlıyor. Gençler en fazla 1-2 sezonda çıkış yapıyor,
sonra da büyük transferlere imza atıyor. Bu konuda ne
düşünüyorsunuz?
Genel olarak genç bir futbolcu için en iyisi yetiştiği takımda ya
da ülkede en az 3-4 sene oynamasıdır. Orada yeteneklerini
olgunlaştırır, deneyim kazanır ve mücadeleyi öğrenir. Çünkü önce
yetenek öne çıkar. Ama asıl olarak o yetenekle nasıl baş
edeceğiniz, onu nasıl geliştireceğiniz önemlidir. Bu da zaman alır.
Özellikle istikrarlı bir şekilde iyi oynamak için deneyim kazanmak
şarttır. Tabii bunun istisnaları da olur. Öyle yetenekler vardır
ki, üst düzey futbola çok kısa sürede adapte olurlar. Ama kural
olarak temel futbol bilgisinin gelişmesi için biraz beklemek ve
olgunlaşmak önemlidir. Bazı büyük kulüpler bu süreci kısaltmak,
oyuncuları daha hızlı adapte etmek için profesyonel gençlik
birimleri oluşturuyorlar. Mesela Barcelona altyapısının böyle bir
işlevi vardır. Evet, Messi çok genç çıktı A takıma. Ama o uzun bir
süredir Barcelona’da oynuyordu ve ailesiyle birlikte kısa sürede
uyum sağlamasına yarayacak bir eğitim almıştı. Ama o bir istisna.
18 yaş transfer için çok küçük bir yaş.
Futbolcuyken dünyanın en iyi teknik adamlarıyla çalışma şansınız
oldu. Rinus Michels, Cruyff, Hiddink, Sacchi, van Gaal, Capello…
Hangisinden ilham aldınız? Kim ne kadar etkiledi sizi? Hangi ekolün
takipçisisiniz?
Ben bu konuda çok şanslıyım. Ajax okulunda büyüdüm. Bir Ajax
okulundan bahsediyorsak, bu Cruyff ve Michels sayesindedir. Ben de
her ikisiyle çalıştım. Hatta Cruyff’la aynı takımda oynama şansını
da yakaladım. Onlar Hollanda futbolunu yapılandıran en önemli iki
isimdi. Örnek alınacak adamlardı. Ama ben onları taklit etmeyi
düşünmedim hiç. Çünkü hiçbir teknik adamın taklit edilemeyeceğini
düşünüyorum. Herkesin kendine özgü yanları var ve onları
tekrarlamak imkânsızdır. Ama ders almayı bilmelisiniz. Öğrenmeye
açık olmalısınız. Ben onlardan çok şey öğrendiğimi düşünüyorum.
Önce Beenhakker vardı benim için. Beni 17 yaşında A Takıma alan
isim oydu. Sonrasında Van Gaal’la çalıştım. Onun futbola yaklaşımı
beni çok etkilemiştir. Çalıştığım en iyi teknik adamlardan biridir.
Takımdan ve sizden pek çok şey yapmanızı bekler. Onunla bir sürü
deneyim kazandığımı düşünüyorum. İtalya’ya transfer olduğumda ise
Sacchi ve Capello vardı. Sacchi’nin yeri benim için ayrıdır. Beni
Milan’a alan odur ve o takımı kuran da odur. Açıkçası Sacchi’nin
İtalyan futbol mantalitesinde önemli bir sıçrama yarattığını
düşünüyorum. İtalya’da onun kadar etkili çok az teknik adam vardır.
Sacchi’den önce İtalyan futbolu sonuç odaklı ve defansif bir yapıya
sahipti. Ama onun yarattığı Milan’da her şey değişti. Biz gole
doymazdık orada. Kaç atabiliyorsak atardık. Bitmek bilmez bir pres
yapardık. Bugün bile o takımın İtalyan futbolunda farklı bir yeri
vardır. O takımda oynamak benim için önemlidir. Çünkü futbol ufkumu
biraz da o takım şekillendirmiştir. Capello, Sacchi’nin ardından
geldi Milan’a. Ama o da zekâsıyla farklılığını koydu. Takımın
sisteminin oturduğunun farkındaydı. Onu bozmak yerine küçük
müdahalelerle daha mükemmel bir takım olmamızı sağladı. Onunla
neredeyse her maçımızı kazanıyorduk.
"SACCHI'NİN MİLAN'I OYNADIĞIM EN İYİ TAKIMDI" DİĞER
SAFYADA... [page_end]
"SACCHI'NİN MİLAN'I OYNADIĞIM EN İYİ TAKIMDI" DİĞER
SAFYADA
Peki, oynadığınız en iyi takım hangisiydi?
Sacchi’nin Milan’ı oynadığım en iyi takımdı. Bütün maçı rakip
sahada geçirirdik neredeyse. Hatta bazı maçlarda mükemmel futbolu
yakaladığımızı düşünüyorum. Tabii ki müthiş oyuncularımız vardı.
Ama bu sadece iyi oyuncularla kendiliğinden oluşacak bir şey değil.
Biz 11 kişiden oluşan tek bir organizma gibi hareket ediyorduk. Top
neredeyse hepimiz oradaydık. Taktik olarak hiç aksamıyorduk.
Neredeyse her maçta 4-5 gol atıyorduk.
O takımın ilginç bir yanı var. O Milan ekibinde oynayan pek çok
oyuncu büyük kariyerli antrenör oldu. Siz, Gullit, van Basten,
Ancelotti, Donadoni ve diğerleri. Hakikaten o takımın teknik
adamlık kariyerinizde özel bir yeri var mı? O takımda oynamakla mı
başladı her şey?
Aslında futbol oynarken teknik adam olmayı aklımdan geçirmiyordum.
Ama şu kesin ki, teknik adam olduktan sonra Milan’da, o takımda
oynamak beni gerçekten etkiledi. Futbolculuk dönemi bir teknik
adamın her zaman peşinden gelir. Milan’da beş sene oynadım ve o
dönem, o takım benim için önemliydi.
Ne zaman teknik adam olmaya karar verdiniz?
Futbol oynadığım yıllarda aklımda teknik direktörlük fikri yoktu.
Futbolu bıraktıktan sonra da durum farklı değildi. Jübilemi
yaptıktan sonra Fransa’ya yerleştim. Sonrasında Hollanda Milli
Takımı, Ajax ve Milan’dan maçlara davetiye almaya başladım. Derken
kendimi televizyon karşısında sürekli futbol izlerken buldum. Her
maç sonrasında kafamda bir sürü fikir birikiyordu. Nasıl daha iyi
oynanır, futbol nasıl gelişir, bunun üzerine kafa yoruyordum.
Sürekli futbol izleyip, futbol konuşmaya başlayınca fikrim
değişmeye başladı. Üst düzey bir teknik adam olmam gerekmiyordu,
tecrübelerimi gençlerle paylaşmak bile önemli bir katkı olabilirdi.
Tam o sırada Hollanda Federasyonu Elit Eğitim Kursu adında özel bir
kurs başlattı. Bu kursa ancak Avrupa’da üst düzey başarılar
yakalamış eski oyuncular katılabiliyordu. Koeman, Kroll, Gullit ve
Neeskens’le birlikte ben de bu kursa katılmaya karar verdim. Orada
bir yıl eğitim gördükten sonra teknik direktörlük belgesi aldım. Bu
benim için büyük bir şanstı. Sadece bir yılda sertifikamı almıştım.
Önceleri sadece altyapılarda çalışmayı düşünüyorum, A takımlar beni
pek çekmiyordu. Fakat lisansımı aldıktan bir hafta sonra Hiddink
beni aradı ve Hollanda Mili Takımı’nda Neeskens ve Koeman’la
birlikte yardımcı antrenör olmamı istedi. İyi bir deneyim
olabileceğini düşündüm ve kabul ettim. Sonrasında işler farklı
gelişti ve Hiddink istifa etti. Bir şekilde Hollanda Futbol
Federasyonu bana A Milli Takım Teknik Direktörlüğünü önerdi. Ben de
kafamdaki tereddütleri gidermek için Cruyff ve Michels’le konuştum.
Her ikisi de riskli bile olsa iyi bir fırsat olduğunu söyledi. Yani
aslında ben böyle bir koçluk kariyeri düşünmüyordum. Her şey benim
dışımda gelişmişti.
Teknik direktörlük basamaklarını böyle kestirmeden tırmanmış
olmanız ve bu konuda çok hırslı olmamanız sizin için bir avantaj
oldu mu?
Bence bu karakterinizle ilgili. Aslında en iyi yol altyapılarda
başlayıp, orada pişip, ondan sonra A takımda teknik adamlık yapmak
diye düşünüyordum. Ama Cruyff bana orada da benzer sorunlar
yaşayabileceğimi, A takımlara özgü sorunların farklı olabileceğini
ve onlarla baş edip edemeyeceğimi ancak A takıma çıktığında
anlayabileceğimi söyledi. Hatta bana bazı adamların minik ya da
genç takımlara uygun olmadığını, direkt büyük takımlardan başlaması
gerektiğini de söyledi. Ben de ikna oldum ve korkmayıp kabul ettim.
Ama şunu yaptım; tecrübesizliği kapatabilmek için çok iyi yardımcı
hocalar seçtim. Neeskens’i, Kroll’u, Cruyff’u yardımcı koç olarak
takıma davet ettim ve iyi bir takım olduk.
"FİKİR AYRILIKLARI BENİ BESLER" DİĞER SAYFADA...
[page_end]
"FİKİR AYRILIKLARI BENİ BESLER"
Zaten siz neredeyse her röportajda teknik ekibin toplam kalitesinin
çok önemli olduğunu söylüyorsunuz. Bu yüzden de yardımcı
hocalarınızı çok önemsiyorsunuz. Peki, görevleri nasıl
bölüşüyorsunuz?
Aslında teknik adamlar arasında iki ekol vardır. Bazıları yalnız
çalışmayı severler, farklı fikirlere pek açık değildirler ve kendi
bilgileriyle yetinip dışa kapalı kalmayı tercih ederler. Ben öbür
ekoldenim. Takım çalışmasına inanırım. Ne kadar çok bilgi ve farklı
fikir gelirse o kadar zenginleştiğimi düşünürüm. Fikir ayrılıkları
beni ürkütmez, tersine besler. Nitekim bugüne dek de hep böyle
oldu. Ve bundan çok yararlandım. Öyle ki, bazen bir adım geriye
çekilip takıma uzaktan bakmaya çalışırım. Eğer iyi bir ekiple
çalışmıyorsanız, takımı emanet edeceğiniz güvenli isimler olmazsa
bunu yapma lüksünüz yoktur. Arkadaşlarım o kadar iyi ki, benim
böyle bir lüksüm var. Onlardan çok yararlanıyorum. Karşıt
fikirlerini bile söylemekten çekinmiyorlar ve bu da beni
zenginleştiriyor. Tabii ki son kararı ben veriyorum ama bu karar
onlarla yaptığımız fikir alışverişi sayesinde olgunlaşıyor.
Genç oyuncularla yakından ilgilendiğinizi biliyoruz ve bu da bizi
heyecanlandırıyor. Genelde Türkiye genç takımlarda çok başarılıdır
ama sonrası bir türlü gelmez. Bunun mental bir problem olduğunu
düşünenler de var. Ama sizin gibi büyük isimlerle önemli işler
yapılabilir. Genç takımlardaki yetenekler hakkında neler
düşünüyorsunuz? Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’de gelecek vaat eden genç oyuncu çok ve önemli bir
potansiyeliniz var. Ama Milli Takım’da ve büyük takımlarda daha
fazla forma şansı bulmaları gerekiyor. Bu onların gelişimi
açısından çok önemli. Ben Ajax altyapısında büyüdüm. Bizim kuşağın
bu kadar başarılı olmasının en büyük nedeni Ajax’ın bize daha
18’imizi doldurmadan forma verilmesidir. Orada büyük tecrübe
kazandık. Ben de bu ekolü seviyorum. Çünkü gençler kimliklerini en
iyi bu şekilde oturtuyorlar. Benim şansıma Barcelona da böyle bir
kulüptü ve orada da gençlere şans vermek imkânımız oldu.
Galatasaray’da da durum aynı. Bu yüzden sık sık genç takımla
hazırlık maçı oynuyoruz. Özellikle sezon öncesi kampta onlardan çok
yararlandık ve pek çoğunu görme fırsatımız oldu. Ama şunu da
unutmamak gerek. A takımın teknik direktörü olarak benim asli
görevim gençleri takıma kazandırmak değil. Bunu tek başına benim
yapmam çok zor, çünkü çok fazla zaman alan bir uğraş bu. Oysa ben A
takımla ilgilenmeliyim. İşte bu nedenle bu iş kadro işi.
Altyapılarda iyi bir organizasyon, iletişim ve kurumsal yapı
kurarsanız o kaynaktan beslenirsiniz. Ama bunu teknik adamın
yapması imkânsızdır. Bu ayrı bir uzmanlık alanı, apayrı bir iştir.
Nitekim Hollanda’da pek çok gençlik futbol akademisi vardır ve
onlar bize raporlama yaparlar. Biz gidip seçmeyiz. Biz sadece
yapılmış olanı değerlendirebiliriz.
Artık altyapılarda sistem değişiyor. Pek çok takım kendine özgü bir
altyapı sistemi kuruyor. Eski sistemler de birer birer çöküyor.
Mesela sizce Ajax neden eskisi gibi başarılı değil?
Zaman değiştikçe yapılar da zorlanıyor. Ben Ajax’ın altyapısında
oynarken Ajax dünyanın en iyi takımlarından biriydi. Hal böyle
olunca ülkenin en iyi oyuncuları hep Ajax’ta oynamak isterdi. Bu da
Ajax’ı diğerlerinden farklı kılardı. Ama artık öyle değil. AZ
Alkmaar, PSV, Twente ve Feyenoord da genç takımlara büyük yatırım
yaptılar ve aynı pastadan yararlanıyor. Eskisi gibi Ajax suyun
başında tek başına değil. Futbol akademileri arasında büyük bir
yarışma var. Bu da Ajax’ın gücünü azalttı.
"YENİ ŞEYLER BAŞARMAK İÇİN GELDİM" DİĞER
SAYFADA... [page_end]
"YENİ ŞEYLER BAŞARMAK İÇİN GELDİM"
Biraz da Galatasaray’a gelişinizi konuşalım. Nasıl ikna
oldunuz?
Aslında tesadüfün de payı var bunda. Çünkü beklenenden kolay oldu.
Bildiğiniz gibi ben bir süredir çalışmıyordum ve açıkçası bir süre
çalışmak da istemedim. Bu yüzden gelen bütün teklifleri geri
çeviriyordum. Galatasaray bana ulaştığında hiçbir takımla
görüşmemiştim ve tekliflere açık olduğumu yeni yeni hissetmeye
başlamıştım. Birkaç teklif daha vardı ama Galatasaray’la görüştüm.
Önce anlaştık gibi oldu, sonra olmadı. Sonra birden yeniden orta
yolu bulduk. İyi bir teklif sunmuşlardı ve ben de Türkiye’de
çalışma tecrübesini görmek istiyordum. Türkiye’de pek çok yabancı
teknik adamın çalıştığını biliyordum. Bu zorluk beni cezp etti.
Türkiye’de başarılı olmanın kolay olmadığını da biliyordum ve bu
rekabetçi ortam beni çekiyordu. Eğer ciddi anlamda bir rekabet
yoksa o lig iyi değildir. Türkiye bu açıdan gayet tatmin edici.
Motive olmak, yeni bir şeyler başarmak için iyi bir başlangıç
yeri.
Euro 2008’deki dört yarı finalistin teknik adamı da Türkiye’de son
teknik adamlık deneyimlerinde sözleşmenin bitimini görmeden
takımdan ayrıldı. Hiddink, Aragones ve Löw Fenerbahçe’den
gönderilmişti. Fatih Terim de Galatasaray’dan ayrılmıştı. Üstelik
hepsinin de kariyeri son derece parlaktı. Bu durum sizi korkutmuyor
mu?
Böyle korkulara kapılmak benim tarzım değil. Her görev bir
deneyimdir. Ben olaylara negatif pencereden bakmam. Yeni bir
kültür, yeni bir tecrübe imkânı varken geçmişe takılmam. Biz ekip
olarak burada işimizi yapmaya, bir şeyler başarmaya geldik. Hem bu
sadece Türkiye’ye özgü bir şey değil ki. Dünyanın her yerinde
neredeyse her hafta bir antrenör işinden oluyor. Bu duruma biraz da
böyle bakmak lâzım. Ben bir yandan da şöyle düşünüyorum. Yabancı
bir antrenörün ilk geldiği zaman her zaman belli bir kredisi
vardır. Saydığınız isimlerin bu ülkede çalışmış olması da bunu
gösterir. Tabii ki kolay bir iş yapmıyoruz. Çok çalışmak lâzım. En
önemlisi bir mantalite oturtmak, herkesin inandığı bir takım
yaratmak gerekiyor. Bunun için enerjik ve pozitif olmak lâzım.
Galatasaray’da hedefiniz nedir? Avrupa düzeyinde bir takım yaratma
hedefiniz var mı? Misal bir Porto, bir Lyon olabilir mi
Galatasaray?
Daha yolun çok başındayız. Bunları konuşmak için çok erken. Henüz
elemeler aşamasındayız. Daha sezon başı antrenmanları bitmedi.
Takım düzeni oturmadı. Başlangıçta pek çok şey ters gidebilir.
Fiziksel ve teknik olarak iyi bir takım yaratmak için zaman lâzım.
Yolun başında bir takım için şimdiden çok büyük hedefler çizmek
istemem. Ama şunu da iyi biliyorum, eğer iyi başlarsanız, işler de
iyi gider. Her gün üstüne koymalıyız, takım ruhunu yaratmalıyız.
Bunu başardıktan sonra gerçekten anlamlı bir şey söyleyebiliriz,
ama şimdi değil.
"İYİ TAKIM, HAFIZALARA KAZINANDIR" DİĞER
SAYFADA... [page_end]
"İYİ TAKIM, HAFIZALARA KAZINANDIR"
Siz de total futbol okulunun, hücum futbolu okulunun
takipçilerinden sayılırsınız. Sacchi ve Cruyff’tan kalma bir miras
gibi bu. Ama her yeni takım yeni bir oluşum demek. Siz hangisini
tercih edersiniz genelde? Takımın yapısına göre bir taktik mi,
taktiğe göre bir takım mı?
Evet, ben hücum futbolu ekolündenim. Ama günümüz futbolunda atak
yapmayı seven her takımın ortaya önce iyi bir organizasyon şeması
koyması gerekiyor. Artık sadece atak oynamak çok tehlikeli
olabiliyor. Onun yerine organize bir takım olmak daha önemli.
Futbolda tabii ki öncelikli olan kazanmak. Ama taraftarlar sadece
kazanmak istemez, iyi futbol da görmek ister. Takımlarına bir
kimlik atfetmek ister. Sahada gurur duyacakları bir yapı olsun
ister. Bu da genelde iyi oynayan takımların başarabileceği bir
şeydir. Burası bence çok önemli. Tabii ki körü körüne bir hücum
takımından bahsetmiyorum. Organize bir oyun planından bahsediyorum.
Teknik kapasitesi yüksek, uyumlu, organizasyonu sağlam bir takım
yaratmak. Tıpkı Ajax, Milan ve Barcelona gibi. Futbol tarihine
baktığınızda pek çok kupa kazanmış takım vardır. Ama aralarından
sadece iyi futbol oynayanlar akılda kalır. Sıkıcı ve renksiz oyunla
kazananlar tarihe yazılır ama hafızalara yazılmaz. Bu oyunun
güzelliğini ortaya çıkarmak gerek. Bu da ancak iyi bir planlamayla
olur.
Galatasaray’ın kadro yapısını nasıl buluyorsunuz? Sizin kafanızdaki
organizasyona uygun bir takım mı bu?
Daha yolun başındayız. Bir şey söylemek için erken. Her yeni teknik
direktör ilk geldiği zaman bazı değişiklikler yapar. Sorun
oyuncuların bu değişikliklere ve taleplere vereceği tepkidir.
Görünen o ki, şu anda bizim ne yapmak istediğimizi oyuncularımız
anlıyor. Bu da iyi bir başlangıç demek. Her antrenman sonrası daha
güçlü ve daha uyumlu bir kadro olmaya başladığımızı düşünüyorum.
Takım algımız da yavaş yavaş oturuyor. Sahada nasıl organize
olacağımız yavaş yavaş şekilleniyor. Bu süreci ne kadar çabuk
tamamlarsak o kadar az enerji harcarız ve o kadar kolay sonuç
alırız. Şu ana dek takımdaki oyun anlayışı ve isteklilikten
memnunum.
"YILDIZI TAKIM PARLATIR" DİĞER SAYFADA...
[page_end]
"YILDIZI TAKIM PARLATIR"
Bugüne kadar hep takım oyununu bireyselliğin önüne koydunuz.
Verdiğiniz tüm röportajlarda aynı vurgu var. Yıldızlardan ziyade
takım oyununu öne çıkarıyorsunuz. Hatta yılın futbolcusu gibi
ödüllere de karşısınız. Onun yerine en iyi defans, en iyi orta
saha, en iyi atak hattı gibi ödülleri tercih ediyorsunuz. Oysa biz
Türkiye’de yıldızları severiz. Siz takım uyumundan bahsediyorsunuz,
biz Keita’ları, Arda’ları parlatmaya çalışıyoruz. Bu durumu nasıl
yorumluyorsunuz?
Bu oyunu seven herkes gibi ben de yıldızları severim. Çünkü oyunda
fark yaratanlar onlardır. Bununla ilgili hiçbir problemim olmaz.
Tersine iyi oyuncuları herkes gibi ben de severim. Ama şöyle bir
anlayışa sahibim. Futbolda oyuncular arasında eşitlik vardır.
Birinin katkısını diğerinin çok üstüne çıkartmak doğru değildir.
Eğer takımda herkes yapması gerekeni iyi yaparsa, yıldızlar da daha
rahat öne çıkar. Eğer takım organize bir şekilde hücum ederse
yıldızlar kendini daha rahat gösterir. Eğer takım oyunu aksarsa
yıldızlar da tökezler. Yıldızı takım parlatır. Umarım biz de takım
olarak iyi performans gösteririz ve yıldızlarımızı öne çıkarmayı
başarırız. İyi futbol göstermek için iyi takım olmanız şart.
Herkesin kendine oynadığı bir takım başarısızlığa mahkûmdur.
Yine de ben size Arda’yı sormak istiyorum. Türkiye’de herkesin
gözdesi o. Türk futbolunun geleceği gözüyle bakılıyor. Bu yüzden
kulüp de ona kaptanlık pazubandını verdi. Arda’nın bu şekilde öne
çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir oyuncu iyiyse iyidir. Bu gerçeği değiştiremezsiniz. Ama iyi
oyuncu olmak aslında güçlü olmak da demektir. Size yönelik ilgiyle,
üzerinizdeki baskıyla baş edebilmek demektir. Ne kadar yetenekli
olursanız olun, şöhretle baş edemiyorsanız gerisi gelmez.
İnsanların Arda’dan bahsetmesinden daha doğal bir şey olamaz. Çünkü
o gerçekten müthiş bir oyuncu. Ama daha çok genç ve bence çok daha
iyi olabilir. Bunun başarmak için ne kadar övgü alırsa alsın
alçakgönüllü olmaya devam etmeli ve çok daha fazla çalışmalı. Bu
hayatı normalleştirmenin en iyi yolu budur. Arkadaşlarıyla uyumlu
olmaya devam etmek, sahada iyi pozisyon almak ve takımın bir
parçası olmak…
Genelde çok yönlü oyuncuları daha çok seviyorsunuz. Birkaç
pozisyonda birden oynamak, dönerek oynamak sizin oyun planınızın
bir parçası. Zaten vakti zamanında siz de birkaç pozisyonda birden
oynardınız. Galatasaray’da da böyle oyuncular mı öne çıkacak?
Hayır, bu şart değil. Tabii ki birkaç pozisyonda oynayan oyuncular
takım içinde farklı varyasyonlar yaratma şansı veriyor. Ama bazı
oyuncular mevkii değişince çok olumsuz tepkiler de verebiliyor. Bu
yüzden böyle bir şart koymak anlamsız. Burada takımın ihtiyaçları
belirleyicidir.
"TÜRK FUTBOLUNDA DENGE EKSİK" DİĞER SAYFADA...
[page_end]
"TÜRK FUTBOLUNDA DENGE EKSİK"
Her ülkenin kendine has bir futbol anlayışı vardır. Klişelerle
konuşursak Almanya mücadeleci, İngiltere hızlı, İtalya taktik
odaklı, İspanya fiyakalıdır. Siz bu bağlamda Türk futbolunu nasıl
tanımlarsınız. Hangisine daha yakınız?
Aslında her şeyden biraz var Türk futbolunda. Ama hiçbir şey tam
yok. Bu işi hem zorlaştırıyor hem de komplike hale getiriyor. Daha
çok tepkisel bir oyununuz var. Karşı takıma göre taktikler
belirleniyor. Kalite, güç aslında üç aşağı beş yukarı aynı. Ama
Türkiye’yi farklı kılan şey biraz da şu; işler kötü gittiğinde bir
anda oyun mantalitesi kaybolabiliyor. Yürekten oynayan oyuncu
sayınız çok. Ama bu bazen aklı devre dışı bırakıyor. Herkes kendi
başına maçı çevirmeye kalkıyor. O zaman da bütünlük kayboluyor.
Türk futbol kimliğini tanımlasak kesinlikle yetenek var deriz, ruh
var deriz, mücadele var deriz. Ama hepsi bir anda ortaya
çıkabiliyor. Bir anda herkesi defansta, sonra bir anda herkesi
hücumda görebiliyorsunuz. Bu biraz dağınıklık yaratıyor. Takım
oyununda asıl olan dengeli olabilmektir. Ne olursa olsun pozisyon
alışınızı, soğukkanlılığınızı kaybetmemeniz gerekiyor. Sanki bu
konuda bir eksiklik var gibi. Coşku konusunda hiçbir sıkıntı yok,
ama bazen o coşku bozucu bir etki de yarabiliyor.
Oyuncuları nasıl tanımlarsınız? Genel futbolcu karakteristiğinde
neler var?
Futbolun güzelliği basitliğinde gizlidir. Bu oyunu ne kadar basit
oynarsanız o kadar iyi oynarsınız. Ama bu o kadar da kolay bir şey
değildir. Bunun için egoların törpülenmesi, herkesin paylaşıma açık
olması gerekir. İyi bir orta saha oyuncusu top ayağına gelmeden
birkaç hamle sonrasını düşünür. Driplingden önce buna kafa yorar.
Kendini öne çıkarmaktansa oyunun yönünü belirlemeyi tercih eder.
Genel olarak Türk futbolcular bunu pek yapmıyor. Topla birlikte
hareketlenmeyi, driplingi çok seviyorlar. Oysa ne kadar adam
geçerseniz geçin, takım oyunu her zaman sizi daha iyi parlatır.
Dediğim gibi, bireysel yetenekler kendine oynayarak çıkmaz, takımın
bir parçası olduğunuzda çıkar. Her takımda birkaç tane top sürmeyi
seven oyuncu olur, ama bu rakam 5’e, 6’ya çıkarsa iyi olmaz.
Dripling takımı yavaşlatan, genel tempoyu düşüren bir şeydir. Daha
hızlı oynamak için pas yaparak oynamak şarttır. Hareketli ve hızlı
olmak bugünün futbolunun en önemli özelliğidir. Yaratıcı olmak için
ille de topla gezmek zorunda değilsiniz.
Bir teknik adamın sahada istediklerini görmesi, kafasındakileri
takıma yansıtabilmesi için ne kadar zaman ihtiyacı vardır?
Böyle bir zaman vermek doğru değil. İki nedenle. Hem muhtemel
başarıyı ertelemiş oluyoruz. Hem de bir zaman sonra her şey
mükemmel olacak gibi bir vaatte bulunuyoruz. Böyle bir şey yok.
Teknik adamın etkisi hemen de hissedilir, ama zamanla da takım
oturmaya başlar. Her gün gelişir takım ve bu hiç bitmek bilmez bir
süreçtir. Üstelik bu sadece teknik adamın elinde de değildir. Asıl
olarak oyuncuların ne yapacağı önemlidir. Ne kadar uyum
gösterecekler, sisteme ne kadar uyacaklar, ne kadar gelişme
gösterecekler? Bunlar önemli faktörler.
"UZUN DÖNEMLİ PLAN YAPMA LÜKSÜMÜZ YOK"
Kısa, orta ve uzun vadeli planlar yapıyor musunuz? Buraya gelirken
böyle bir vaat da aldınız mı? Uzun dönemli çalışma planlarınız var
mı? Biz Türkiye’de uzun dönemli kontratını tamamlayabilen çok az
teknik adam tanıyoruz. Ama sizin bunu başarabileceğinizi
umuyoruz.
Teknik adam olarak uzun dönemli planlar yapma lüksünüz yoktur. Hep
kısa dönemli planlar yapmak zorundasınızdır. Çünkü ne kadar
kalacağınızı siz belirleyemezsiniz. Bu yüzden ilk hedefim önemli
şeyler başarmak olacak. Sonrasını sonra düşüneceğiz. Çünkü bugünden
belirlemek imkânsız. İyi bir kimya yakalar, umduğumuz oyunu ortaya
koyarsak, bu kamuoyuna da sirayet ederse, bir şeyler başarmaya
başlamış oluruz. Bu da daha uzun dönemli işler için size düşünme
fırsatı yaratır. Ama unutmayalım ki, bir teknik adamın bir kulüpte
ne kadar kalacağı sadece ona değil, oyunculara, ama en çok da
yönetime bağlıdır. Beklentileri karşılayamadığınız sürece uzun
dönemli kontratların bir anlamı yoktur.
Başarılı bir teknik adam olmanın bir sırrı var mı peki?
Bunun formülü yok. Bazen oyuncular, bazen halkla ilişkiler, bazen
kulüp içi ilişkiler, bazen taktik, bazen basın sizi öne çıkarır.
Hepsini iyi götürmek zorundasınız ki, kolay iş değil.