Tütüneker Rijkaard için konuştu
Galatasaray'ın efsane isimlerinden biri olan Uğur Tütüneker tüm içtenliğiyle Futbol Dergisi'ne konuştu.
Oynadığı dönemde bir çok başarıya imza atan Tütüneker
futbolculuk hayatında yaşadıklarını çarpıcı bir biçimde
aktardı.
İşte Uğur Tütüneker'in FutbolDergisi'nde yer alan ropörtajı;
Türk futbol tarihinin kitabı bir gün yazılacaksa, bu kitapta özel
bölüm ayrılacak isimlerden biri de tartışmasız Uğur
Tütüneker’dir...
1986 yılında Jupp Derwall’in isteğiyle Galatasaray’a imza atarken,
ne kendisi, ne camia, ne de taraftarlar 10 sezon aralıksız
sarı-kırmızılı formayı terleteceğini tahmin etmemişti. Küçük yaşta
ailesiyle birlikte ayrıldığı Türkiye’ye, 22 yaşında dönüp büyük
başarılar elde eden Uğur Tütüneker, mart sayımız için yaptığımız
röportaj teklifini bizi kırmayarak kabul etti. Kendisiyle yaklaşık
iki saat süren çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Türk
futbolunun gördüğü en iyi topsuz koşu yapan futbolculardan biri
olan, sayısı hiçbir zaman tam bilinemeyecek nice asiste imza atmış,
mücadeleci ve hırslı futboluyla taraftarların gönlünü fethetmiş, bu
mütevazi futbol adamıyla, Türk futbolunu, Türk futbolunun yaşadığı
değişimi ve geldiği noktayı, Galatasaray’ı, geçmişi ve unutulmaz
maçları konuştuk.
Son dönemin en çok konuşulan konulardan biriyle, Galatasaray’ın
Fenerbahçe’yi mağlup edememe sendromunu sorarak başladık
röportajımıza;
Galatasaray, Fenerbahçe’ye karşı galip gelmekte zorlanıyor. Genel bir kazanamama durumu söz konusu. Bu durum Galatasaraylı futbolcuların üzerinde psikolojik bir baskı yaratıyor mu?
Şimdi bir kere bunu bilmek için işin içinde olmak lazım. Şu anda takımın içinde olmadığım için bir şey söyleyemem ama Galatasaray’ın üzerinde bir baskı oluştuğu muhakkak. Hep kaybetme sıkıntısı var. Öyle bir duruma geldi ki, sen ne yaparsan yap, süper de oynasan Fenerbahçe karşısında kaybediyorsun. Özellikle de Kadıköy’de... 10 yıldır galibiyet yok ama bunlar kırılmayacak şeyler değil. Bir maça çıkarsın, fark atar kazanırsın her şey bir anda tersine dönebilir. Şu son maç özellikle iyi geçmedi. İki takım da kötü oynadı. Bu maçta özellikle kazanacak tarafın Galatasaray olacağını düşünüyordum. Ama Galatasaray bence bazı taktik hatalar yaptı. Ayrıca oyuncu değişikliklerinde de tercihler farklı olabilirdi. Sonuçta kazanan Fenerbahçe oldu. Galatasaray öyle ya da böyle bu durumu kıracaktır.
Son dönemde konuşulan şeyler var; “Sen Fenerbahçe’yi yen ama şampiyon olma” Buna hiç katılmıyorum. Böyle bir mantık yok. O zaman iki maçı da kazan, ama Şampiyonlar Ligi’ne gitme, milyonlarca euro zarara gir, harcadığın paranın karşılığını da alama. Yok böyle bir mantık. Kaldı ki ben Galatasaraylıların bu mantıkta düşünmediklerini biliyorum. Tarih şampiyonları yazar. Bunlar cahilce şeyler açıkçası.
Galatasaray formasıyla ilk golünüzü ve ilk resmi golünüzü Fenerbahçe maçlarında attınız. Sizin döneminizdeki Fenerbahçe maçları nasıldı?
Bizim dönemimizde çok kazandığımız maç vardı Fenerbahçe’ye
karşı. Hem içeride hem de dışarıda. Mağlup da olduk tabi.. Hatta
benim çok golüm vardır Fenerbahçe’ye. Dediğiniz gibi ilk gollerimi
de Galatasaray forması altında Fenerbahçe’ye attım. Ben Türkiye’ye
geldim ve TSYD’de oynadım. İlk golümü de o turnuvada 2-2 biten
Fenerbahçe maçında atmıştım. Oyuna sonradan girmiştim. İlk resmi
golümü attığım maçta da Kadıköy’de 2-1 kazanmıştık.
Şu anda Galatasaray’da Rijkaard’a yönelik inanılmaz
eleştiriler var. Bir sistem hocası olan Rijkaard için gitsin
deniliyor. Siz Galatasaray’a geldiğiniz dönemde Derwall takımın
başındaydı ve ilk yılında şampiyon olamadığı için ona da çok ağır
eleştiriler yöneltiliyordu. O dönemi yakından yaşamış biri olarak
Galatasaray Derwall’de ısrar ettiği gibi Rijkaard konusunda da
ısrar etmeli mi?[page_end]
Derwall’in ikinci yılında katıldım ben takıma. O sene zaten şampiyon olduk ama şunu gördüm Galatasaray’a ilk geldiğimde, gerçekten iyi işler yapılmış o dönem ve çok iyi bir kadro kurulmuştu. Zaten ben gelmeden önceki yıl da Galatasaray namağlup ikinci olmuştu ki bu bir ilktir Türk futbolunda. Yönetim Derwall konusunda sabırlı davranmıştı. Onun için Rijkaard’a da aynı zaman tanınmalı. Çünkü yapılan iş kolay değil. Zaman alan ve sabır isteyen bir iş. Rijkaard’a da kötü hoca demek mümkün değil. Tamam, Barcelona’da işler biraz daha kolay. Bir makine düzeni var orada. Adamların alt yapısında sistem neyse, üst yapıda da aynı sistem var. Futbolcular çok küçük yaşlardan itibaren o sisteme göre eğitiliyor. Bir sistem oturtacaksanız eğer, altyapınızdaki hocalarınız ona göre olmalı ve sizin sisteminizle yetişmeli o futbolcular. Uzun vadeli başarı böyle sağlanır. Türkiye’de bu sistemi oturtmak çok zor. Çünkü bir hocanın orada ne kadar kalacağını kimse bilmiyor. Bunun garantisi yok. Rijkaard konusunda sabırlı olunmalı. Eğer bu sabır gösterilecekse zaten başarı gelecektir. Ayrıca her zaman söylediğim bir şey var, eski futbolcuların mutlaka kulüpler tarafından değerlendirilmeleri gerekiyor.
Bunu biraz açar mısınız? Nasıl değerlendirilecekler? Şu anda bir çok eski futbolcu televizyonlarda, gazetelerde yorumculuk yapıyor.. Stresten, baskıdan uzak ve rahatlar.. Keyifleri de yerinde gözüküyor..
Ben de onu diyorum işte. Mesela Rıdvan yorumculuk işini çok iyi yapıyor. Bende onu izliyorum. Ama ne işi var Rıdvan Dilmen’in televizyonda. Çok para kazanıyor olabilir ama artık futbolda da çok para var. Verin parayı değerlendirin bu adamları kulüplerde ve ülke futbolu kazansın. Cüneyt Tanman, Hakan Şükür, Suat Kaya, Erhan Önal bunun gibi birçok isim var. Faydalanmak lazım böylesine önemli kişilerden. Bunu Avrupa böyle yapıyor. Şu anda mesela git Barcelona’ya, en az 10-15 tane eski futbolcu kulüpte görev yapıyor. Yöneticiler olmasın demiyorum. Ama Haldun Üstünel ve Adnan Sezgin’in üstüne bu işi yıkarsan olmaz. Tek kalırlar. Ama koy bakalım onların etrafına sağlam bir ekip, oluştur bir izleme komitesi, bak o zaman neler oluyor. Arsenal dünya çapında 40’a yakın hocayla çalışıyor ve bir oyuncuyu defalarca değişik isimlere izleterek onlardan aldığı raporlara göre hareket ediyor. Ne oluyor o zaman, alıyor 200 bin euroya adamı, çocuk kendini gösterince ya takıma alıp yıldız yapıyor ya da satıp dünyanın parasını kazanıyor. Hatta bir dönem Belçika liginde pilot takımları Beveren vardı. Oralara yollayıp, genç oyuncuların tecrübe kazanmalarını sağlıyorlardı. Mesela Galatasaray’da yeni yeni alt yapıda bir sistem oluşturmaya çalışıyor. Hollandalı Jan Derks getirildi. Tugay Kerimoğlu geldi. Bu hamleler doğrudur ve saha sonuçları ne olursa olsun Galatasaray attığı bu adımdan geri dönmemelidir.
“Saha sonuçları ne olursa olsun” diyorsunuz. Ancak ülkemizde ilk önce bakılan şey maalesef tabela. Siz Galatasaray gibi büyük bir takımda dile kolay aralıksız 10 sezon forma giydiniz başarıyla. Gerçekten söylendiği gibi en küçük bir puan kaybı bile baskı yaratıyor mu?
Eskiden biz bir puan kaybettiğimizde sanki lig gidiyor gibi
oluyorduk. Çünkü herkesin kazanma zorunluluğu vardı ve puan farkı
hemen açılıyordu. Şimdi bakıyorsun Galatasaray üç maç kaybediyor,
Fenerbahçe üst üste puan yitiriyor, Beşiktaş 12 puan geriye düşüyor
ama kimse yarıştan kopmuyor. Mümkün değildi eskiden bunların
olmasının. Şu dönemde baktığında daha rahat diyebilirim.
Peki futbolcu olarak bu baskıyı hissediyordunuz, teknik
adam olarak aynı baskıyı yaşadınız mı?
O baskı her zaman olur. Tabi teknik direktör olunca daha
olgunlaşmış ve tecrübeli olmuş oluyorsunuz. Ama herkesin bir
karakteri var. Bu biraz da kişinin yapısı ile alakalı. Ben çok
üzülürüm. Ama kimisinin hiç umurunda olmaz. Mesela futbolculuk
dönemlerinde ben puan kaybettiğimizde tesislerden çıkmazdım bir iki
gün. Ama bir başkası sağda solda o gece gezebilir, dolaşabilir.
Bazısı daha hafif algılar, biri daha ağır. Saha içinde örneğin bir
iki taraftar sana bağırdığında sen etkilenirsin, ama kimisi de
bütün stat üstüne çökse umurunda olmaz, etkilenmez.
Şuan teknik direktörlük yapıyorsunuz. En son Kasımpaşa’da çalıştınız. Alt yapısını Almanya’da almış biri olarak Türk futbolcusunun genel yapısını nasıl buluyorsunuz?
Açıkça söylemem gerekirse Türk futbolcusu zorlamadan hiçbir şey
yapmaz. Sürekli iteceksin ve dürteceksin. Bunda eğitimin, temel
futbol bilgisinin de eksikliği var. Bugün Avrupa’dan gelen bir
futbolcuya kademe yapacağı yeri göster ve bir kere anlat tamam. O
pozisyonda o futbolcu otomatik olarak pozisyonunu alıyor. Ama bizim
futbolcumuz maalesef öyle değil. Türkiye’de onu oyuncuya zorla
yaptırırsınız. Bu sıkıntıları yavaş yavaş atıyoruz ama altyapıların
bu yönde gelişmesi gerekiyor.
Türk futbolunun iki dönemini de gördünüz. Şerefli mağlubiyetlerden,
büyük zaferlere giden o süreçte Türk futbolunun kaderini değiştiren
jenerasyonların adımı sizin döneminizde atıldı
Evet o şerefli mağlubiyetlerde ben de vardım. İngiltere karşısında alınan 8-0’lık iki yenilginin birinde de sahadaydım. Ama o dönemlerden bu günlere gelen süreç bizimle başladı. Kulüplerin başarısı milli takımlara mutlaka yansıyor. Bu her zaman böyle oldu demiyorum ama bizim o dönemdeki Galatasaray takımı, milli takımın da iskeletini oluşturuyordu. Biz o dönemde Avrupa’daki başarımızla Türk futbolundaki bu Avrupa korkusunu kırdık. Monaco maçları, Xamax maçlarının çok önemi var. Mesela o Neuchatel Xamax maçında Mustafa hoca cezalıydı ve tribündeydi, ben sahadan baktığımda hocanın arkasında, Rıdvan, Oğuz, Rıza, Metin gibi o dönemin milli futbolcularını tribünde otururken görmüştüm. Hepsi destek için gelmişlerdi o maça. Bu çok önemli bir olaydı o zaman. Bu maçları yaşayan kendi takımında da aynı şeyi başarabileceğine inanıyor. Türk futbolu için o maçlar , o inanç kırılma dönemi oldu. Biz bir yol açtık ve buna herkes inandı. Hatta milli takımla, D.Almanya galibiyetimiz vardı. Bunlar bize çok büyük özgüven kazandırdı. Özgüven başarının en önemli noktalarından biridir. Galatasaray’da arkamızdan gelen jenerasyon da o sistemin üzerine geldi. Tugay, Bülent, Okan, Papen Mustafa, Hakan Şükür, Arif… Bu isimlerin hepsi bu sisteme geldi. O dönem oturtulan sistem daha da gelişti ve o çocuklarla hem Galatasaray’ın UEFA ve Süper Kupa zaferleri, hem de dünya üçüncülüğü geldi. Bu çok önemli bir ayrıntıdır.
Türk futbolunun kaderini değiştiren adam
Derwall’dir diyebilir miyiz?[page_end]
Ben Derwall ile bir yıl çalıştım. Kurduğu sistem, getirdiği anlayış
ve bize aşıladığı özgüven gerçekten de müthişti. Türk futbolunun
kaderini değiştiren adam diyebiliriz. Ben buna inanıyorum. Bence
şimdi de Türk futbolunun bir ekole ve böyle bir yapılanmaya
ihtiyacı var.
Mustafa Denizli ile de çalıştınız. Üç büyük takımı da şampiyon yaptı ve Milli Takım ile büyük başarılara imza attı. Türk futbol tarihine geçen bir adam. Ama bir çoklarına göre dahi olarak gösterilen Denizli, yine bir çok kişiye göre de şanslı. Sizce hangisi doğru?
Öncelikle ben bu dahi veya şanslı yakıştırmalarına katılmıyorum.
Kazanırken dahi şanslı, birkaç hafta puan kaybedince başarısız,
kötü hoca.. Bu sağlıklı bir bakış açısı değil. Mustafa hoca’ya
gelince, her şeyden önce çok iyi bir teknik direktör. Şu
dönemi bilemem çünkü birlikte değilim. Belki hoca kendisini daha da
geliştirmiştir onu da bilemem .O dönem gelen başarılarda takımın
iyi olmasının da önemi çok büyüktü. Mesela şimdi hiçbir tecrübesi
olmayan Guardiola’ya Barcelona takımını verdiler. Ne oldu? Adam
almadık kupa bırakmadı. Neden? Çünkü elindeki malzemesi iyi. Başka
bir takım olsa Guardiola bu kadar başarılı olabilir miydi? Yani bir
hoca için elindeki kadro çok önemli. Kadron iyi değilse zaten
başarılı olamazsın. Mustafa hocanın eline dönem çok iyi bir
kadro verildi ve bunu da çok iyi değerlendirdi Mustafa hoca.
Özellikle de Avrupa’da... Mustafa hoca futbolcusunu inanılmaz
motive eden biriydi. Bu çok önemli bir şeydir ki Mustafa Denizli’de
en önemli detayı son derece başarılı halletti. Zaten kendisi de iyi
hocaydı. İyi hoca olmasa bu noktaya gelemezdi.
Mustafa Denizli’nin Beşiktaş ile kazandığı şampiyonluk sonrası
tekrardan gündeme gelen bir tartışma var.
Mustafa Denizli 1987-88 şampiyonluğunuzda teknik direktör
müydü yoksa Derwall mi vardı takımın başında?
Kimin ne yaptığı önemli olmuyor o tip başarılarda. Ama o dönemde
maçlara çıkarken konuşmayı bize Mustafa hoca yapardı. O gelen ilk
şampiyonlukta Mustafa Denizli Derwall’in yardımcısıydı. İkinci
şampiyonlukta Derwall tamamen bırakıp danışman olarak görev yaptı
ve tribüne çıktı. Yani Mustafa Denizli birinci değil, ikinci
şampiyonluğumuzda takımın başındaydı. Zaten Derwall’in o yıl
tribüne çıkmasının ardından Avrupa başarısı geldi ama ligde
şampiyonluk gelmedi.
Keşke şu dönemde forma giyseydim dediğiniz oluyor
mu?
Elbette oluyor. Eskilerden hiç kimse şuan futbol oynamak istemezdim
demez. Ben zamanında 200 bin mark karşılığında gelmiştim
Galatasaray’a, şimdi Bank Asya’da bile bir futbolcu en kötü yılda
500 bin TL kazanıyor. Bunlar bizim zamanımıza göre korkunç rakamlar
gerçekten.
Sizin futbol oynadığınız yıllarda gol dışında istatistiki rakamlara pek önem verilmiyor, üzerinde durulmuyordu. Ama geriye dönüp tek tek maçlarınız incelense gol dışında yaptığınız asistler azımsanmayacak sayıdadır…
O dönemde bir orta saha oyuncusu olarak gol sayım hep yüksek oldu. İlk yılımda 13 gol atmıştım. Asist olarak bende bir rakam veremem ama forvet oyuncularına elimizden geldiği desteği vermeye çalışıyorduk.
Tanju Çolak’ın 39 golle Avrupa Gol Kral olduğu sezon, altın ayakkabının yarısının Uğur Tütüneker’e verilmesi gerektiği söylenir…
Sadece ben değil bütün takım Tanju’ya çalışıyorduk zaten
(gülüyor)
Fenerbahçe’nin geriden gelip 4-3 kazandığı o meşhur maçta,
Galatasaray’ın 3. golünde sizin yaptığınız vuruş kaleye giderken
Tanju topu tamamlamıştı… O an neler hissettiniz? Tanju’ya kızdınız
mı?
Top tam kaleye gidiyor muydu emin değilim. Ama gol olunca çok
sevindim. Üzülmek söz konusu bile olamaz.
3-0’dan sonra neler oldu o maçta, nasıl döndü 4-3’e?
Ne olduğunu açıkçası biz de anlamadık . Devreye 3-0 girdik, ikinci yarıda dağıldık. Gerçi ikinci yarıda bile sadece ben 4 tane net pozisyon kaçırdım.Çok büyük fark olurdu. . Bu biraz da Fenerbahçe şansı oldu. Ben şahsen Fenerbahçeli futbolcuların ikinci yarıya çıkarken maçı çevirebileceklerine inandıklarını sanmıyorum. . kendilerine sorun bakalım inanmışlar mı inanmamışlar mı? Rıdvan’ın anlattığı bir anekdot var; ‘Veselinoviç bize devre arasında dedi ki çıkın maç 0-0’mış gibi oynayın’ bunu söylemiş onlar da çıkmış öyle oynamış. Hadi canım ya… O maçın dönmesindeki tek neden ikinci yarının hemen başında golü yememizdi. Eğer o ilk golü biraz daha geç yeseydik o maç çok daha farklı biterdi.
Sizin açınızdan unutulmaz bir başka maçta 25 Kasım 1992 tarihinde oynanan Roma-Galatasaray, UEFA Kupası 3. Tur ilk maçı. Galatasaray’ın çok iyi oynadığı ve mücadele ettiği bir karşılaşmaydı. Ancak Roma 3-1 galip gelmişti. Maçın 39. dakikasında gördüğünüz kırmı kar nedeniyle, mağlubiyetin bir numaralı sorumlusu olarak ilan edilmiştiniz. O pozisyonu anlatır mısınız?[page_end]
Hatırlamak istemediğim bir an… Gerçekten harika oynadığımız bir maçtı ben de 2 tane net pozisyon kaçırmıştım. Onları atsam 3-1 bizim kazanabileceğimiz bir maçtı. Maçın başlarında orta sahada bir mücadele oldu. Hassler bana sert girince, ben kendisine Almanca bir şeyler söyledim. Hakem de yanlış hatırlamıyorsam ya Alman ya da Almanca bilen bir Avusturyalıydı. Yanıma geldi atarım seni dedi. Ben de sustum. Sonra bir pozisyon oldu taç çizgisinin orada , bizim futbolcularla Romalılar arasında itiş kakış oldu pozisyon sonrası. Bende 20-30 metre uzaklıktan koşarak hemen oraya doğru koştum. Oraya geldiğim sırada Carboni benim ayağıma bastı istemeden. Çivili krampon ve canım yandı. Ben de bir refleks olarak tekme attım. Kendini yere attı, hakem de zaten bana uyuz, beni oyundan attı.
Dönemin teknik direktörü Feldkamp, sorumsuz davranmakla suçlayıp faturayı size kesmişti. Hatta yönetimden, size para cezası verilmesini isteyeceği yazılıp çizilmişti.
Yönetim ceza kesti. Zaten Adnan Polat bütün transfer paramı,
kestiği cezayla geri aldı. (gülüyor) Basın da mağlubiyetin tek
sorumlusu olarak beni göstermişti. Avrupa’da Türkiye’yi temsil
ediyoruz sorumluluğumuz büyük. Roma maçından 4 gün sonra
ligde Konyaspor deplasmanına gittik. Sahaya bir çıktık, bütün
Konya seyircisi sadece beni protesto ediyor. Öylesine büyük bir
tepki almıştım.
Futbol karakteriniz biraz agresifti. Hakemlere çok itiraz eden bir
yapınız vardı…
Evet..O benim aşırı hırslı olmamdan, kazanma arzumun çok yüksek olmasından kaynaklanıyor. Bir de benim Trabzon’da çok ilginç bir oyundan atılma hikayem var.
Şimdiki MHK Başkanı Oğuz Sarvan maçımızı yönetiyor. Sahada
bir karar verdi, faul kararı. Ben de yanına gittim ellerimi
kaldırdım itiraz ediyorum. Derken elim bir anda üniformasının
cebine çarptı.. Bütün kartlar, not defteri, kalemi falan yere
düştü. Ama kırmızı kartı arka cebineymiş. O da elini arkaya attı,
kırmızıyı çıkarttı. Maçtan sonra yanına gittim, ‘Hocam ben sana ne
söyledim ki attın beni’ diye sordum. Oğuz hoca da ‘Valla Uğur sarı
kart yere düşünce, tek kartım arka cebimde kalmıştı. O da kırmızı
karttı. Elimi arka cebime attım ve o an onu çıkarttık’ dedi.
“Kardeşim bir sakatlanın da biz oynayalım be…”
Birde sizin Bayern Munih yıllarınız var.. Henüz 20 yaşındayken B.Munih A takımıyla antremanlara çıkmaya başladınız. Her biri başlı başına efsane olan Augenthaler, kaleci Aumann, Eder, Hoenes, Niedermayer, Pfaff, Pflügler, Rummenigge gibi isimlerle futbol oynadınız. İlk çıktığınız antremanda neler hissettiniz ?
A takımla ilk çıktığım antremanda elim ayağım titriyordu. Çok
heyecanlıydım.
İki sezon A takım kadrosunda yer aldınız…
Evet.. Resmi maç oynayamadım. Ama yanılmıyorsam 15 maç, 16
kişilik maç kadrosuna girdim. Yedek kulübesindeydim. İsmimin esame
listesinde yer alması bile benim için büyük gururdu.O dönem iki
yabancı oynayabiliyordu ve bende bu nedenle forma şansı bulamadım.
Hocamız Udo Lattek benim futbolumu çok beğenirdi, ‘Seni
oynatmak istiyorum ama biliyorsun yabancı kuralı var’ diyordu. İlk
on birde iki tane çok kaliteli yabancı vardı; Jean-Marie Pfaff ve
Soren Lerby… İkisisi de çok iyiydi.
Kardeşim bir sakatlanın da biz oynayalım be… (Gülüyor) Ben 2-3 saat
antreman yapar tesislerden giderdim. Paff 8 saat antreman yapardı
neredeyse…
Bu yabancı statüsünden çıkmak için bir ara Alman
vatandaşlığına geçme durumunuz vardı. Adınız bile hazırdı “Uwe”…
Türkiye’ye gelip bedelli askerliğinizi bile yaptınız. Hatta
parasını bile B.Munih ödemiş.
Hocamız Udo Lattek beni çok oynatmak istiyordu. Bu nedenle
kulübümle görüşüp, Alman vatandaşlığına geçmeye karar verdim. Evet
bunun için Türkiye’ye gelip bedelli askerlik bile yaptım. Ama daha
sonra bu karardan son anda vazgeçtim. İnanın neden, niçin böyle bir
karar aldığımı bende bilmiyorum…Belki de Türklüğüm ağır bastı.
Alman vatandaşlığına geçmedim. Her işte bir kısmet varmış…
Son dönemde Almanya milli takımını ve doğal olarak Alman vatandaşlığını seçen Mesut Özil, Serdar Taşçı gibi isimler için ne düşünüyorsunuz?
Çok büyütülecek bir olay değil.. Herkesin kendi kararına saygı
duymak gerek…
“Bu onların ayıbı!..”
Galatasaray’ın 100. yılı için hazırlanan 100 Yıllık Sevda ve Unutulmaz Maçlar belgesellerinde N.Xamax maçında attığınız gol görüntüleri dışında size yer verilmemesi bir kırgınlık yarattı mı?
Böyle şeylerin üzerinde çok durmamak lazım.Böylesine belgeseller genellikle taraftarlar için hazırlanır. Taraftarlar sevdikleri isimleri görmezse üzülür. Bu belgesellerde benim olmamamı bana değil, bu belgeselleri hazırlayanlara sorun. Bu onların ayıbı olsa gerek…
Jübile modasının son temsilcilerindendiniz. Veda maçınızda neler hissettiniz?
Monaco ile oynamıştık. Çok duygulandım. Ali Sami Yen tribünleri
tıklım tıklım doluydu. Çok güzel bir veda oldu. Ayrıca o maç benim
son maçım olurken, Hagi’nin de Galatasaray formasıyla ilk
maçıydı.
Futbolu bıraktıktan sonra bir süre ortadan kayboldunuz. O dönem bu
bir tercih miydi?
Biraz futboldan uzaklaşmak, dinlenmek, kafamı boşaltmak istedim.
Açıkçası iyi de geldi.