Yazılı olmayan o kriter Avrupa futbolunu uçuruyor
Avrupa'nın 5 büyük liginde uzun süredir yazılı olmayan bir kural hakim. Kulüp başkanları astronomik rakamlar harcayarak bir araya getirdiği takımını teslim edeceği teknik direktörün, oyuncusu ile aynı dili konuşmasına dikkat ediyor.
Son yıllarda sıkça tartışılmaya başlayan "Türkiye'ye gelen teknik adam neden başarısız oluyor" sorusu Fitbol Dergisi'nde masaya yatırıldı.
Oktay Karacan dergi için yaptığı
değerlendirmede Türk takımlarının şimdiye kadar bir kural olarak
belirlemediği aynı dili konuşan teknik direktörün aslında ne kadar
önemli olduğunu belgeleriyle ortaya koydu.
Avrupa'da son yıllarda yakalanan başarının arkasında teknik direktörün oyuncu ile aynı dili konuşmasının öneminin anlatıldığı yazıda iyi bir motivasyonun maçı kazanmak için gerekli olduğu belirtildi.
İşte dil bilen teknik direktör analizi...
Jose Mourinho'ya 2010 Şampiyonlar ligi finalini zaferle sonuçlandırdıktan hemen sonra Alman yorumcular "Bundesliga'da bir takım çalıştırmak ister misiniz?" sorusunu yöneltti.
Dünyanın en başarılı üç teknik direktörün arasında gösterilen Portekizli menajer ise şu yanıtı verdi: "Bir gün Almanca öğrenirsem, neden olmasın?" ben de hemen arkasından bir araştırma yaparak o dönem Avrupa'nın beş büyük liginde tercüman kullanan teknik direktörlerin listesini çıkardım. Size sayıyı söylüyorum: "Sıfır"
Avrupa'da genel kanı tercüman kullanarak iletişime geçen teknik adamların verimliliklerinde yüzde 30 gibi önemli bir kısmını kaybettikleriydi. Bir zamanlar ligler arasında farklılıktan dolayı yabancı bir teknik adam bilgi birikimiyle bu farkı kapatma şansına sahipti. Pek çok konuda her şeyin birbirine benzediği günümüzde bilgi çağındaysa, yüzde 30 farkın kapanması artık çok zor. Milli takımlarla üst düzey başarı şansı yakalayan bu kariyerli teknik direktörlerin, bir başka ortak paydasıysa ülkemizin dışında tercüman kullanarak çalışmışlıkları olmamasıdır.
3 HAFTADA İTALYANCA ÖĞRENDİ
Jose Mourinho Inter'in teklifini kabul ettikten sonra, sadece 3 hafta içinde İtalyanca'yı öğrenirken, Guardiola ise ilk basın toplantısını Almanca yapacak kadar bu konunun önemini kavramıştı. Pek çok ligde kupa kazanan Carlo Ancelotti'nin de İtalyanca, İngilizce ve Fransızca konusunda hünerli olduğunu hatırlatalım. Hamburg için bir dönem adı geçen Fatih Terim'in ise "dil bilmediği" için anında üzeri çizilmişti. Bizse teknik direktör seçiminde bu detayı atlıyoruz.
Dünyanın en iyi teknik direktörleri dil sorunlarını halletmeden başka bir ülkede takım çalıştırmayacaklarını defalarca açıklamasına, beş büyük ligde tercümanla konuşan bir teknik adam olmamasına rağmen süper lig takımları teknik direktör seçimlerinde 'Dil ayrıntısını' hiç bir şekilde gündeme getirmiyorlar.
Oysa Mancini ile Prandelli arasında en önemli fark birinin diğerinin aksine İngilizce de konuşabiliyor oluşuydu. Süper ligde son sekiz şampiyon teknik direktörün de yerli olması tesadüf değil, gelişen ve değişen futbolun kaçınılmazı.
Benzer şekilde Avrupa'da tercüman kullanarak son on yılda şampiyon olmuş teknik direktör bulmak neredeyse imkansız. Avusturya, İsveç gibi Almanca'nın konuşulduğu ülkelerde başarı kazanan teknik adamlar İspanya'ya gitmez. Güney Amerika kıtasında kendisini ispatlayanlar soluğu Premier Lig'de değil, İspanyolcanın konuşulduğu La Liga'da alır...
Galli ya da İskoç teknik adamlar Almanya'nın herhangi üst düzey kulübü için aday dahi olmazlar. Barça ve Real Madrid'den aldığı teklifler sorulduğunda Jürgen Klopp "Almanca dışında İngilizce biliyorum. Yurt dışında sadece Premier Lig'den bir kulüp çalıştırabilirim" cevapını vermişti. Yaptığı ilk basın toplantısında ise başarısız olması durumunda yine Almanca'nın konuşulduğu İsviçre Ligi'ni işaret etmesi tesadüf değildir.
TERCÜMAN KULLANAN TEKNİK DİREKTÖR ÇALIŞAMAZ
Fifa tarafından yüzyılın teknik direktörü seçilen "Total Futbol" felsefesinin kurucusu Rinus Micheles, Bundesliga'ya iki kez farklı dönemlerde taknik direktör olarak geldi. Her ikisinde de başarısız adledilip kovuldu. Ara dönemde Hollanda Milli Takımı ile 1988'de Avrupa Şampiyonu oldu. Öncesinde Köln'le bir Almanya Kupası vardı, sonrasında ise Leverkusen ile başarı yakalayamadı. "Yüzyılın teknik direktörünün değerini Almanlar bilemedi" diye bir tartışma açılmadı. Bunun yerine daha farklı sonuçlar elde idildi. "Dil bilmeyen bir teknik adamın kültürel entegrasyonu nasıl olur ve başarı şansı nedir?" gibi konular irdelendi. Sonuçsa artık Avrupa'nın beş büyük liginin yazılı olmayan kuralıdır: Tercüman kullanan teknik direktör çalışamaz.
Yüzyılın teknik adamı, bugünkü Barça'nın temellerini atmış ve her yerde onur ödülüne layık görülmüş Rinus Micheles'i iki kez harcayan Almanlar bir kez olsun "değerini bilemedik" isyanı içerisinde bulunmazken, yaşadığı ülke dışında en ufak bir başarısı bulunmayan teknik adamlar konusunda biz sürekli "değerini bilemedik" diye hayıflanıyoruz. Bu isyana en çok özne olan teknik adamların başında Joachim Löw geliyor. Türk futbolunun, onun değerini bilemediği gerçeğini hepimiz koşulsuz kabul ediyoruz. Peki Almanlar?
Fenerbahçe deneyimi sonrası Alman ikinci lig takımlarından Karlsruhe'nin başına geçen Joachim Löw oynadığı 18 maçta sadece 1 galibiyet aldığı için kovuldu. Gerekçe 2004 yılında Alman Milli Takımı'nın başına getirilen Jürgen Klinsmann taktik konusunda yetkin isim olarak yardımcılığına Ralf Rangnick'i düşünmüştü. Rangnick'in kabul etmemesi sonucunda teknik direktörlük kursunda arkaraşı Joachim Löw yardımcı olarak işe başladı. O zamana kadar Joachim Löw 'ün değerini, ne Türkler ne de Almanlar ne de başka bir millet biliyordu. Vicente Del Bosque ve Luis Aragones'in Türkiye dışında yabancı bir ülkede başarı kazanma şansının olmadığını otoriteler sıklıkla telafuz eder.
İşin enteresan tarafı, bu iki teknik direktöre ülkesi dışında sadece Türkiye Süper Ligi takımlarının teklif sunmasıdır. Aynı zamanda ülkedeki baskın büyük kulüplerin başarısına endeksli milli takımlar ile kazanılan kupalar ise bir teknik direktörün kulüp performansı için yeterli veriyi veremeyeceği de aşikardır. "Değerini bilemedik" hayıflanmasına konu olan bir diğer teknik adam Frank Rijkaard da benzer şekilde Türkiye sonrası Arabistan'a giderek başarısız denemelerine devam etti.
Futbol değişti, ligler arası mesafeler kısaldı. İdman teknikleri, teknolojik kullanım, Avrupa'nın üst düzey kulüpleriyle aynılaştı. Çaykur Rizespor'da analist olarak çalışırken tek bir tuşla üst düzey takımların idmanlarını izleyebilme şansına sahip olduğumuzu gördüm. 90 dakika içerisinde olan biten her şeyin sayfalarca dökümanlarının yayımlandığı bilgi çağındayız. Süper Lig, Avrupa'ya yakınlaştıkça yabancı teknik direktörün yaşatacağı dezavantajlar giderilmeyecek seviyeye ulaştı. Son büyük yabancı teknik direktör Slavan Bilic'in en zorlandığı bölümün, şampiyonluğa gidilen son çeyrekte yaşadığını hatırlatmak gerekir. Motivasyonun galibiyet kazanmadaki payının en fazla olduğu dönemdir bu dönem. Hırvat çalıştırıcı taktiksel başarısızlıktan ziyade, maça oyuncularını hazırlayamadığı özeleştirisini, bizat yapmıştı.
BİLİÇ YÜZDE 30 GERİDEN GELDİ
Dil bilmezlik yaşadığını coğrafyaya kültürel uzaklığı doğurduğu kadar, maçın asıl unsuru olan oyuncuya psikolojik olarak dokunmanızı güçleştirir. Ne Cesare Prandelli, Hamza Hamzaoğlu'ndan daha iyi bir teknik adam; ne de Ertuğrul Sağlam yarıştığı diğer yabancı teknik adamlardan daha iyi olduğu için şampiyon oldu. Diğer açıdan Slaven Bilic Türkiye'de performansının yüzde 30'unu dışarıda bırakarak yarışmaya dahil oldu da diyebiliriz.
Pep Guardiola'nın altı ayda Almanca'yı ana dilinin benzerliği nedeniyle Jose Mourinho'nun 3 haftada İtalyanca'yı öğrenmesi başarılarının kilit noktası olduğu kadar teknik direktör seçimlerinde neye bakılması gerektiğinin de altını çizer.
SOYUNMA ODASI ARI KOVANI GİBİYDİ
Herhangi bir kulübün önünde Cesare Prandelli seçeneği duruyorsa, bakılacak ilk nokta 2012 Avrupa Şampiyonluğu'ndaki başarısından ziyade, artık kaç dil bildiği olmalıdır. Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, İspanyollar bu şekilde bakıyor, buna göre değer biçip seçim yapıyorlar. Teknik adamların kişisel kariyerlerinin dahi önüne konuyor bu ayrıntı. Öyle ki seçimlerinde şıklardan birisi Jose Morinho dahi olsa bu bariyeri gözetmeden yapamıyorlar. Sadece İtalyanca konuşan Prandelli ile geçirilen zaman içinde Wesley Sneijder'in demeci önemlidir; "Soyunma odası arı kovanı gibiydi. Bir cümle 10 dile çeviriliyor, kimse bir şey anlamıyordu."
İspanya, Almanya dışında başarısı olmayan Löw'lerin, Del Bosque'lerin değerini Türkiye fazlasıyla bildi, fakat Türkiye koşulları içerisinde başarı sağlayamayacağını öngöremediler. "Değerini bilmemek" deyimi daha çok, yüzde 30 kayıpla yarışmayı son ana kadar götüren Slaven Bilic için geçerlidir diyebiliriz. Beş büyük ligin yanı sıra bütün büyük teknik adamların gözettiği bu kriter, nice başarısızlığın arkasındaki asıl unsurdur. Gelişen ve değişen modern futbol içerisinde takımlar arasında farklar minimalize edildi. Artık yabancı bir teknik direktörün sahip olduğu dezavantajı giderecek fark kalmamıştır. "Değerini bilemedik" diye hayıflandığımız teknik adamlar, tercüman kullanarak başka herhangi bir yerde başarı yakalamış mı diye bakarsak, gerçekten hayıflanmamız gereken noktayı görebiliriz.