SPOR MEDYASI

Ben kulüp başkanı olsam şike yaparım!

Mehmet Barlas, Taraf'tan Bilgehan Uçak’a Temmuz'da patlak veren futboldaki şike soruşturması ile ilgili düşüncelerini aktardı.

Ben kulüp başkanı olsam şike yaparım!
Hayır, Mehmet Barlas kulüp başkanlarını suça teşvik etmiyor. Tam tersine, şöyle diyor: ''Şikenin müeyyidesi olmalı. Olmazsa herkes yapar. Kulüp Başkanı olsam ben de kazanmak için düşünebilirim.''
 
 
Barlas ülkenin her köşesinde şikenin konuşulduğunun altını çizerek, bu konuda kimsenin tarafsız olmadığını dile getirdi. Futbolla olan bağının aileden geldiğini anlatan Barlas, Türk futbolunda dönen paranın uluslararası emsallerinden farklı yönetildiğini ifade ederek, şikeye yaptırım uygulanmadıkça, bu suçun işlenmesinin önüne geçilemeyeceğini söyledi.

 

“Sizin için spor nedir?”

“Öncelikli olarak futboldur” diyor. “Babamın İstanbulspor’un kurucularından olması benim futbolla ilgilenme sebeplerimin başında gelir. Ayrıca akrabalarım arasında da futbol oynayanlar vardı. Tabii babamdan dolayı uzun süre İstanbulspor’u destekledim ben. Sonraları Faruk Süren’den ötürü Galatasaraylı oldum. Eş-dost herkes etrafımda Galatasaraylıydı. Ama bütün aile Fenerli.”

Şike konusuna, Abdullah Gül ile partinin “abisi” Bülent Arınç’ın açıkça karşı olduğu şike yasası neden tekrar gönderiliyor, diye giriyorum. AKP’li vekillerin yasayı değiştirmekte bu kadar ısrarcı olmalarını neye bağlıyorsunuz?

“Kimse tarafsız değil. Mesela, Fenerbahçeliler bu operasyonunun kendi takımlarına karşı bir komplo olduğunu iddia ediyorlar. Bu da politikacıları çok cezbediyor. Bu kadar ısrar etmeleri boşuna değil. Eğer bu işi ‘çözerlerse’ büyük bir tatmin sağlamış olacaklar. Bir seçmen talebi var. Ama burada ilginç olan aslında herkesin içinde bulunduğu grubu tek sanması, dünyanın oradan oluştuğunu düşünmesi. Fenerbahçelilere göre kendi takımları tek, politikacılara göre ise Türkiye...”

 

Dünyadan bir kopmuşluk söz konusu galiba... 


“Evet. Fenerbahçe’ye karşı bir komplo değil bu. UEFA, bildiğim kadarıyla, 18 ülkede bu tip bir soruşturmanın başlamasına önayak oldu. Bu yasaların çıkmasını sağladı. İtalya da, Yunanistan da, Almanya da bu aşamadan geçti, Türkiye ise bu 18 ülke arasında son sırada. Bizdeki yasanın çıkması tamamen dış kaynaklıdır. New York Times‘ta, Wall Street‘te çok güzel makaleler yayımlandı konuyu irdeleyen. İddaa gelirleri haricinde yasadışı bahsin dünyada ulaştığı meblağ 9 milyar euro. Çok büyük bir para dönüyor. Oysa futbolun, yani show-business kısmının iş hacmi bu kadar büyük değil. Dünyada 5 milyon euro maliyetli 10 oyuncusu olan takım sayısı çok az. Biz de tam tersi, en sıradan futbolcunun değeri milyon eurolarla ifade ediliyor.

Ayrıca başkanların durumu da var. İşte bir başkan var, görevdeyken kulübe bilmem kaç milyon euro borç veriyor, koltuktan ayrıldığının ertesi günü ilk işi parayı istemek oluyor. Başarı, bu başkanların eseri gibi gözüküyor. Küçük bir değişiklik yapılsa Beden Terbiye Kanunu 17. Madde’de iş çözülür. ‘Başkanların kulübe yaptıkları katkılar bağış kabul edilir’ gibi bir tanımla bu işi çözmek kolay.

Gaziantep Belediyesi’nin ve Gaziantepspor’un eski başkanı Celal Doğan başkanlık işini daha farklı yapardı. Dünyanın dört bir yanında oyuncu izletir, maliyeti uygun olan genç yıldız adaylarını Antep’e getirir, birkaç sezon oynatır ve büyük paralara satardı.

 

Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav da yaptı bu işi...


Tabii o da oyuncular buldu, kulüpler o transferlerden iyi de para kazandı. Bizim Celal Doğan oldukça da başarılı oldu. Ülkece futbolu çok önemsiyoruz. Takımımızın maçı kazanması çok önemli. Bu durum, bir ‘benlik savaşı’na dönüşüyor. Bu bakışaçısı, bu zihniyet değişmeli, yepyeni bir anlayış gelmeli. Bak sana bir örnekle anlatayım. Sene 1954, Almanya, İsviçre’nin Bern kentinde Macaristan’ı 3-2 yenip Dünya Şampiyonu oldu. ‘Bern Mucizesi’ adı verilen bu olayın ardından Cumhurbaşkanı Theodor Heuss’a ‘Almanya şampiyon oldu. İftihar ediyor musunuz?’ diye sorulunca, Heuss, ‘ben ayakla oynanan oyunları değil, kafayla oynanan oyunları severim’ diye cevapladı. Aynı politikacı ‘siz vatanınızı sevmiyor musunuz?’ diye sorduklarında da, ‘ben somut olarak karımı severim’ demişti.”


 

Seçmen baskısı Meclis’i birleştirdi [page_end]
Meclisteki dört parti nasıl oldu da uzlaştılar bu konuda?

“Seçmen baskısı. Herkesin tuttuğu bir takım var. Tabii seçmen baskısı demek de yetersiz. Bana binlerce mail geliyor öğretmen atamalarıyla ilgili. Ama öyle bir ihtiyaç yok. Daha önce ne olmuştu? Demirel, seçmen istiyor diye, seçimi kazanması halinde emeklilik yaşını indireceğini ilan etmiş ve seçimden sonra 48’e indirmişti. Sonuçta külfeti büyük oldu, 30 milyar doları buldu.”

 

Yeni anayasa için de anlaşabilirler mi?

“Sanmıyorum. Ben öyle bir seçmen baskısı da görmüyorum. Nereye gitsem konuşulan tek konu şike, takımların küme düşüp düşmeyeceği, Aziz Yıldırım’ın tahliyesi. Sokaktaki insana bakınca rahatlıkla şunu görebiliyorum, ne yeni anayasadan bahseden var ne de Kopenhag Kriterleri’ni soran. Varsa yoksa futbol. Eğer şikenin bir müeyyidesi olmazsa herkes yapar. 15 dakikada neler değişiyor hep beraber gördük geçen senelerde. Son haftada şampiyonluğun iki takım arasında gidip geldiği oldu. Ben de kulüp başkanı olsam, ceza da olmasa, kazanmak için düşünebilirim.”

 

Gül’ün vetosu için ‘milletin iradesine karşı geldi’ denmedi. Veto kavramının demokrasilerde yeri nedir?

“Milletin iradesi iyi güzel de Avrupa Birliği’nin kurucu üyesi İtalya’yla Yunanistan’ın başından geçenlere bakalım. Liberal demokrasinin en ciddiye alındığı yerlerden birinde Berlusconi’yle Papandreu’nun yerine Angela Merkel atama yaptı. Almanya’dan Yunanistan’a bir teknokrat atadı. Bu mu şimdi milletin iradesi? Merkel’in adamları başa geçtiler. Bizde de benzer durum oldu, sistem çökünce Kemal Derviş’i getirdik Amerika’dan. Milletin böyle bir iradesi var mıydı? Dünyanın her yerinde mesela ırza tecavüz, hileli iflas suç kabul edilir. Türkiye’de bu suçlara ek olarak bir de ‘modalık suçlar’ var. Bu döviz suçu olabilir, askeri rejim öncesi yazdığın bir yazı, rejim değişince suç sayılabilir. Şike de onlardan biri. Modalık suçlarla çağa ayak uydurmakta gecikiyoruz.”


 

“Statları dolduranlar, herkes için özgürlük istese büyük güç olur”

 

Aziz Yıldırım’ın tutuklu kalmasıyla bir NATO ihalesinin alakası olduğu söyleniyor. Yıldırım ihaleye girmiş, işte bilmem ne kadar gün tutuklu kalırsa ihale düşecekmiş...

“O konuda bilgim yok. Ama Aziz Yıldırım paradan anlar. Ne verdiğini, karşılığında ne alacağını iyi hesaplayarak planını yapar. Her NATO ihalesinde bu tip şeyler olabilir, bu kadar büyük ihalelerde her zaman her yerde bir şeyler döner. Düşünsene, dünyanın her yerinden şirketler aynı ihaleye giriyor ama Aziz Yıldırım’ın Makyal İnşaat’ı kazanıyor. Bu çok büyük bir başarı.”

 

Peki, tutukluluk süreleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

“Böyle bir şey olamaz. 50 binden fazla davası devam eden insan var hapiste. Korkunç bir şey bu. Yıllardır Türkiye’deki adalet sisteminde sorun çok. Avukatlık stajı yaparken ben 1970’te Sulh Ceza Mahkemesi’nde dosya karıştırıyorum. 20 senelik bir dosyayı açtım. Kasımpaşa’da adamın birinin üstünde bıçak bulunmuş, kamu davası açılmış, adam Kars’ta, Kars’a talimatlar gitmiş, bu arada da dava üç kere affa uğramış. Aldım dosyayı, hâkime çıktım. Durumu anlattım. Hâkim de hemen zamanaşımından davayı düşürdü. Eğer ben o gün o dosyaya bakmasaydım, kimbilir ne kadar daha uzayacaktı süreç? İdamın kalkmadığı zaman da böyleydi. İdamlık dosyanın kararını dört dakikada alıyordu hâkimler. Hâkim sayısı yetersiz olduğu için bakamıyorlardı, hâlâ da değişen pek bir şey yok. Nüfus arttı, dava sayıları arttı, ihtilaflar arttı...

Deniz Feneri’nden gözaltına alınanlar doğru bir kararla tutuklu yargılanmayacaklar. Peki ötekiler? 10 sene oldu AKP’nin iktidarı. Ne zaman yapacak, ne zaman değiştirecek bunları? Niye değiştirmiyorlar? Daha özgür, daha çağa uygun bir şekle sokulması şart. Ekonomide çok hızlı gidiyorlar ama hukukta çok yavaşlar. Aynı zamanda şunu da söylemek lazım, PKK bu son eylemleri yapmasa mutlaka daha farklı olurdu. Döndük gene en başa. Silbaştan başlıyoruz.”

 

Fenerbahçe taraftarı iki haftada bir evinde oynadığı maçlarda yapılanları protesto ediyor. AKP, bu tepkiye ne kadar daha dayanabilir?[page_end]

“67 gazeteci hapiste. Ahmet Şık, basılmamış bir kitaptan dolayı tutuklandı, Nedim Şener ‘muhayyel’ bir suçtan. O stattakiler bu gazeteciler için de özgürlük isteseler çok şey değişir. Özgürlükler bir bütün ama bizim ülkede herkes özgürlüğü kendine istiyor. Türbanlı bir kız türbanına, KCK’lılar örgütlerine, taraftarlar takımlarına. Kimse de istediğini alamıyor böyle olunca, dediğim gibi, stadı dolduran taraftarlar herkes için özgürlük isteseler, çok büyük bir güç ve inandırıcılık sağlarlar. Bunlar olmadığı için AKP sonuna kadar dayanır.


Erdoğan neden topa girmiyor?

“Neden girsin ki? İşine gelmiyor demek ki. Sıkı da bir Fenerbahçeli aslında. ‘Devlet sorumluluğu’ diye bir şey var. Ben olsam onun yerinde, ben de girmezdim.

Ben Cumhuriyet‘te çalışırken her topa giren bir Selmi Andak vardı. Gerçek anlamda her topa girerdi. Yazı işleri toplanırdık. Kültablaları, bardaklar havada uçuşur, Selmi hepsini yakalamaya çalışırdı. Böyle olmaya gerek yok. Her topa girersen, futbol tabiriyle konuşayım ben de, sonunda mutlaka golü yersin.”

Bir değişim var ülkede galiba. Şike suç sayılıyor, ilkokulda satranç dersi veriliyor...

 
“Değişim var ama eskiyi yıkmadan var bu değişim. Eski aynen duruyor. Yeni ise onun üstüne geliyor. Yetiştiğin ortam, aldığın kültür düşünce tarzını oluşturur. O eski kültürle çatışır, uyumda zorluk gösterir. Takım kaybedince hakemlerin yüzünden olur, parti seçimi kazanamayınca hile karışmıştır. Tam tersi olsa hakem mükemmel bir yönetim göstermiştir, seçimlerde ise asla hile yoktur. Yeni kültürde, belli ki, satranç girecek, şike ise kötü sayılacak. Ama bu değişim çok uzun bir zaman alacak.''
TREND HABERLER
Yorumlar
TREND HABERLER