SPOR MEDYASI

Erzik UEFA'daki bütün işleri yönetiyor

Usta kalem Hıncal Uluç, geçtiğimiz haftaya damgasını vuran olayları değerlendirdi.

Erzik UEFA'daki bütün işleri yönetiyor

Sabah Gazetesi'nin usta kalemlerinden Hıncal Uluç, geçtiğimiz haftaya damgasını vuran olayları değerlendirdi.

Hıncal Uluç;

Fenerbahçe'nin, Galatasaray ile yaptığı bu büyük mücadelede Emre'ye fena halde ihtiyacı vardı. O yüzden Aykut hoca, kendine göre, ustaca taktiklerle... 'Efendim biz Emre'yi istiyoruz', 'Kalmak isteyen kalır' gibi açıklamalarla zaman kazandı. Adam kalmak istediğini bas bas bağırıyor 'Kalmak isteyen kalır' ne demek!


Senin anında iki sene sözleşmeni uzatıyorlar da Emre'nin niye uzatılmıyor? Üstelik iki ay sonra adamın sözleşmesi bitecek ve serbest kalacak. Onu bir an evvel yapmanda senin, kulüp olarak menfaatin var. Yine yap sözleşmeni... Yine satarsın ve bedavaya vermezsin. Bütün bunlara rağmen Emre ile sözleşme yapmayı reddetti Fenerbahçe... Ama Emre'yi hep oyaladılar. Neden; Süper Final'de Galatasaray'a karşı kullanmak için... Emre'yi o zaman kovup da Süper Final'i kaybetselerdi, taraftar kıyameti koparırdı. Emre'yi kullandılar, kulandılar; ondan sonra kapıya koydular.


Kimse bana 'Aykut hoca, çok büyük adam, çok asil adam, çok muhterem adam' demesin.

Dönsünler Fenerbahçe'nin, Trabzon'da şampiyon olduğu gece, o zamanın başkanının Oğuz ile Aykut'u Fenerbahçe'den niye kovduğunu bir daha düşünsünler!..


Emre için fevkalade iyi oldu. Kendisini istemeyen bir hoca ve kendisini istemeyen bir yönetim ile Fenerbahçe'de kalmasına gerek yok. Çürür giderdi.[page_end]

Fenerbahçe bonservis bedeli ödeyerek aldığı Emre Belözoğlu'nu gözden çıkardı ve milli oyuncu Atletico Madrid ile anlaştı. Sarı-lacivertli takım açısından Emre'nin gidişi bir eksiklik yaratır mı?


Tipik bir Emre gidişi... Galatasaray'dan da böyle gitmişti. Gene üstelik milli takım kampındaydı. İnter ile sözleşme yapmıştı. Bu defa Atletico'ya imza atacağını açıkladı. Oysa Galatasaray'dan giderken Galatasaray camiasını kandırdı. "Sözleşme falan imzalamadım" dedi, İnter resmi sitesinde Emre'nin imza fotoğrafını yayınladı.


O zamandan bu zamana tek fark Emre artık gizli kapaklı imza atmıyor. Açık yapmaya da mecburdu. Fenerbahçe'den resmen kovuldu Emre... Bunu kimse inkar etmesin.


Bu senenin sonunda Emre ve Aykut hocanın, sözleşmelerinin biteceğini gazeteler yazdı. Gazeteler iki haber daha yazdı: 1- Fenerbahçe Emre'yi istemiyor. 2- Fenerbahçe kongresinde aday olmayı düşünen Cihan Kamer de Aykut hocayı istemiyor.


Bu haberlerin çıktığı gün, Metris'ten gelen talimatla Aykut Kocaman'ın sözleşmesi iki sene uzatıldı. O haberlerin çıktığı gün Emre hakkında hiçbir şey yapılmadı.


Ama Fenerbahçe'nin, Galatasaray ile yaptığı bu büyük mücadelede Emre'ye fena halde ihtiyacı vardı. O yüzden Aykut hoca, kendine göre, ustaca taktiklerle 'Efendim biz Emre'yi istiyoruz', 'Kalmak isteyen kalır' gibi açıklamalarla zaman kazandı. Adam kalmak istediğini bas bas bağırıyor 'Kalmak isteyen kalır' ne demek!


Senin anında iki sene sözleşmeni uzatıyorlar da Emre'nin niye uzatılmıyor? Üstelik iki ay sonra adamın sözleşmesi bitecek ve serbest kalacak. Onu bir an evvel yapmanda senin kulüp olarak menfaatin var. Yine yap sözleşmeni... Yine satarsın ve bedavaya vermezsin. Bütün bunlara rağmen Emre ile sözleşme yapmayı reddetti Fenerbahçe... Ama Emre'yi hep oyaladılar. Neden? Süper Final'de Galatasaray'a karşı kullanmak için... Emre'yi o zaman kovup da Süper Final'i kaybetselerdi, taraftar kıyameti koparırdı. Emre'yi kullandılar, kulandılar; ondan sonra kapıya koydular.


Kimse bana 'Aykut hoca, çok büyük adam, çok asil adam, çok muhterem adam' demesin.


Dönsünler Fenerbahçe'nin, Trabzon'da şampiyon olduğu gece, o zamanın başkanının Oğuz ile Aykut'u Fenerbahçe'den niye kovduğunu bir daha düşünsünler!


Emre için fevkalade iyi oldu. Kendisini istemeyen bir hoca ve kendisini istemeyen bir yönetim ile Fenerbahçe'de kalmasına gerek yok. Çürür giderdi.
İspanya, kariyeri açısından da bir basamak olacaktır.


Bence orada adam da olur. Türkiye'de çünkü hakemler tarafından ona verilmiş bir bağımsızlık vardı. Portekiz maçında gördünüz hakem cart diye penaltıyı çaldı, sarı kartı da çıkardı. 'Arkadaş burası senin annenin ligi değil. Hakemler senin annenin hakemi değil' dedi. Atletico Madrid'de de durum aynı olacak. Bu hareketlere devam ettiği halde kırmızıyı da görür. Aklı başına gelir ya da oradan da kovulur, futbolunu bitirir.[page_end]

Şike davasında artık sona doğru yaklaşılıyor. Tutuklu 4 kişi kaldı ve savcı mütalaasında Aziz Yıldırım başta olmak üzere ağır cezalar istedi. Çapraz sorgu yapıldı. Davanın geçen hafta görülen kısmıyla ilgili neler söyleyeceksiniz?


Dava normal seyrinde yürüyor. Bu aşamada yapılacak olan davanın sonunu beklemek.


Ben hâlâ usule, yani tutuklamalara karşıyım. Kaçması, delilleri karartması, yargıyı etkilemesi söz konusu olmayan bir kişinin içeride olmasını doğru bulmuyorum. Üstelik Aziz Yıldırım hasta... İçeride tutmanın alemi yok. Ben Aziz Yıldırım'ın içeride olmasına da Teoman Koman'ın da içeride olmasına da karşıyım. Çünkü bu ülkede Yargıtay tarafından onanan ve de kaçacağı ihbar edilen insanların şu anda yurt dışında olduğunu biliyorum. Nasıl oluyor da onanmış mahkumiyetleri bulunan adamlar Londralarda sefa sürüyorlar da Teoman Paşa ve Yıldırım içeride!


Teoman Paşa, Alzheimer hastası... Artık beyin melekeleri de tam olmayan bir adamı içeride tutuyorsun, Aziz Yıldırım şeker hastası, kalp hastası, tansiyon hastası, her an her şey olabilir, onu içeride tutuyorsun! Benim aklım ermiyor bu ülkenin usullerine...

Milli Takım'ın, Portekiz'i sahasında 3-1 mağlup etmesi oldukça ses getirdi. Siz millileri nasıl buldunuz?


Ben maçı tesadüfen izledim. Çünkü bu takım benim takımım değil. Emre'yi kaptan yapan ve bir gazeteciye göt diyen adamı iki gün sonra takıma koymakta tereddüt etmeyen bir teknik direktörün takımı, benim takımım değil. Abdullah Avcı, Türk milletinden özür dileyene kadar ben bu takıma, 'Türk Milli Takımı' demem.


Türkiye-Portekiz maçının ikinci yarısını o gece eğlenmek için misafirlerimi götürdüğüm Sortie'de büyük ekranda yayınladılar. Karşımda duruyordu, mecburen baktım ikinci yarısına.
Portekiz'in tek kale oynadığı dakikaları izlemişsinizdir.
Türk medyasının ne kadar futbol cahili, açık söylüyorum, alınan bana cevap versin lütfen, Türk medyasının ne kadar futbol cahili, ne kadar tabelacı, ne kadar şaşkın olduğunu ertesi gün gazeteleri okuyunca anladım.
Seyrettiğim ikinci yarıda bütün maçı Portekiz oynadı. Maçın sonunda istatistik çıktı; birinci satır Portekiz 28 şut, Türkiye 4 şut. 4 şuttan 3'ü gol 1'i direk. Yani Portekiz'in kalecisi ben de olsam fark etmiyor. Adam hiçbir topu tutmamış. Dört top gelmiş, üçü girmiş, biri de direkte...


Bu maç üzerine Türkiye'ye destanlar yazıldı! Niye? 3-1 kazandık! Portekiz'i Portekiz'de yendik! Gerçeği de bir kişi yazmaz mı; 'Bu ne biçim savunmadır' diye... Her topta gollük hücum yaptı Portekiz... Adamlar atamıyor diye senin takımın nasıl mükemmel olur! 17-3 olsaydı ne olacaktı maç? Sen 4'te 4 atıyorsun da adam 28'de 17 atmaz mı? Öyle bir matematik var da böyle bir matematik yok mu? O zaman ne yazacaklardı? Abdullah Avcı, Portekiz'den dönemeyecekti. Allak bullak ettiler, perişan ettiler.
Bu kadar milli takım... Yarım yamalak seyrettim.[page_end]

Volkan, Ronaldo'nun ayağından kurtardığı penaltı ve yaptığı kurtarışlarla maça damgasını vurdu. Maç sonrası övgüler vardı.


Umurumda değil!.. Onu öven kalemlere de nokta nokta nokta!.. Bir meslektaşlarına göt diyen bir adamın, o takımda nasıl oynadığının hesabını soracaklarına 'Vay efendim Ronaldo'nun penaltısını kurtardı' diye alkışlıyorlar! Öyle gazeteciye öyle futbolcu layık... O zaman Volkan'ın söylediği laf bu medyanın bir kısmı için geçerli!.. Bunu da ben söylüyorum!

Yeri değil belki ama size 'Muslera mı, Volkan mı' diye sorsam?


Volkan'ın kaleciliği hakkında benim söylediklerim bu sayfalarda duruyor. O ayrı! Ama bu utanmazlığın üzerine hâlâ bir özür dileme gereği duymadı. Küstahlığa bakar mısın! Ne milli takımın teknik direktöründen, ne de ondan çıt yok. Ama o milli formayı giymeye devam ediyorlar! Çünkü Türk milli forması bu kadar ucuz! Tablo bu!.. Ama başkanı Yıldırım Demirören olan bir federasyonun da takımı böyle olacak tabii...

Rıdvan Dilmen'in önümüzdeki dönem Fenerbahçe'de futbolun başına geçeceği yönünde iddialar var. Yorumculuk yapan Dilmen yeniden futbolun içine dönmeli mi?


İnşallah geçirilir. Çünkü Rıdvan Dilmen'in kafasındaki, hayalindeki her şeyin bir gün Fenerbahçe'nin başına gelmek olduğunu ben başından beri hissediyorum.
Bunu hissettiğim için de kendisine dedim ki, "Bak, sen Türkiye'nin en iyi yorumcususun. Ama Hıncal ağabeyini dinle Fenerbahçe yorumu yapma! Çünkü bütün Fenerbahçe yorumlarını hesaplı yapıyorsun. Bunu insanlar hisseder ve bitersin. Fenerbahçe yorumu yaparken kendini kontrol edemiyorsun, Fenerbahçe'den gayrı her şeyi yorumla, Fenerbahçe'yi yapma" dedim. Dinlemedi, yaptı. Eski itibarı yok artık. Fenerbahçe'nin sözcüsü gibi!..[page_end]

Olimpiyatlar için geri sayım sürüyor ve atletlerimizden pek de iyi haberler gelmiyor. Özellikle madalya umudumuz Elvan Abeylegesse'nin sakatlandığının ciddi olduğu belirtiliyor.


Elvan kim? Öyle birini hatırlamıyorum ben. Ne zaman koştu en son? Ne koştu?

Bizim için büyük bir kayıp... Nevin'i de göremiyoruz.
Ne zamandan beri kayıp! Elvan bitti. Biz bitirme uzmanıyız. Süreyya Ayhan'ı bitirdik, Nevin'i bitirdik, Elvan'ı bitirdik. Böyle teşkilatla böyle sporcu...
Yeteneği sahiplenmek, yeteneği layık olduğu yere taşımak bir sistem gerektirir. Türkiye'de sistem yok!


Git bugün Türkiye'nin Spor Bakanı'na 'Elvan' de bakalım ne diyecek sana... Türkiye'de sistem yok! Türkiye'de yetenek olmak günah!
Elvan, Türkiye yerine Moldova'yı seçseydi şimdi olimpiyat şampiyonuydu. Moldova'yı bak Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya değil Moldova'yı seçseydi, Trinidad Adaları'nı seçseydi dünya şampiyonuydu.


Konya'nın dörtte biri kadar Jamaika'dan arka arkaya çıkan atletler Türkiye'nin spor tarihinde yok sadece atletizm değil spor tarihinde yok! Niye; adamlarda sistem var o kadar. Evvelden buldukları yeteneği Amerika'daki üniversitelere gönderiyorlardı, orada 'kıymetleri bilinsin' diye... Şimdi kendi sistemlerini kurdular, artık Amerika'ya da göndermiyorlar. Kendi adamlarını kendileri yetiştiriyor.


Biz yetenekleri yok ediyoruz. Biz terminatör gibiyiz. Süreyya'nın kıymetini bilseydik biz bugün Süreyya Ayhan temmuz ayında üçüncü olimpiyat şampiyonluğuna koşuyor olacaktı. Şimdi sokakta görseler kimse tanımaz Süreyya'yı!.. Maalesef o hale getirdik.

Türk futboluna bomba düştü. UEFA, mali fair-play'e uymadıkları gerekçesiyle Beşiktaş, Bursa ve Gaziantepspor Avrupa kupalarından men cezası verdi. Ayrıca Beşiktaş yanlış bilgi vermekle suçlanıyor.


Aslında "Ceza" yanlış bir terim olabilir. Kulüp lisansı veriyor UEFA... Bunun Türkiye'de de uygulanması lazım. Bank Asya Ligi'nden Süper Lig'e ya da Bank Asya'ya çıkıldığında bunun belli kıstasları olması gerekiyor. Her ligin belli standartları var. Bu standartları kulüp lisansı belirliyor. Üçüncü ligde oynadığın standartlarla Süper Lig'de oynayamazsın.


Diyelim ki üçüncü ligde, kulüp merkezi olarak bir kahvehaneyi gösterirsin; o kahvenin arka odasında toplanır çocuklar... Formalar giyilir, dolmuşa binilir ve maça gidilir. Buna bir şey denmeyebilir ama o takım Süper Lig'e gelirse, 'Yok arkadaş!.. Senin maçını oynayacağın çim stadın olacak, tribünlerin şöyle olacak, şunlar, şunlar olacak' diye bir takım şartlar aranacak.


UEFA'da diyor ki 'Benim liglerimde oynayacak kulüplerin şu şu şu standartlara sahip olması lazım.' Bir sürü kalemi var. Bunun bir bölümü de mali... 'Uçan kuşa borcun varken gelip Avrupa kupalarında oynayamazsın. Borçlarını tavsiye edeceksin. Vergi borcu dahil.'
Beşiktaş, Gaziantep ve Bursa'ya verilen cezalar aslında onların mali durumlarının, UEFA'nın standartlarına uymaması... Elemanlarını gönderip zaman zaman incelemeler yapıyorlar ve bakıyorlar; 'Bursa, Gaziantep ve Beşiktaş'ın kulüp lisansı alma hakkı yok. Bunları düzeltmezseniz seneye de yok' diyor. Düzeltmezlerse 10 sene yok.


Bu Türkiye'de de var. Yazılı olarak var ama uygulayan yok.
Bir kulüp lige terfi ettiği zaman hemen onun incelemelerinin yapılması ve federasyonun, 'Akhisar Belediyespor, Süper Lig'de oynayabilir. Evet Altay, Bank Asya'da oynayabilir' demesi lazım. Almanya, İtalya, Fransa, İngiltere bunu diyor. Ama biz demiyoruz. Ne zaman ki odunu kafamıza 'dank' diye yiyoruz o zaman aklımız başımıza geliyor.


Beşiktaş'ta yalnız ilginç olan şey şu; UEFA'nın yazısında bir de suç var. 'Bize gönderdiğiniz evrakların sahte olduğu ortaya çıktı' diyor. Bu başka bir suç... 'Senin uçan kuşa borcun var' başka bir suç ama 'Bana gönderdiğin evrak sahte' bir başka suç. O sahte evrakı gönderen kim; Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı!.. Türkiye Futbol Federasyonu hakkında UEFA'nın zaten soruşturmaları var.


Yani zincirleme bir reaksiyonla Beşiktaş'ın başının dertte olması, 'Türkiye'nin başının fena halde dertte' olması anlamına geliyor.
'Beşiktaş adına bize sahte evrak gönderen adamın sözlerine nasıl inancağız biz' diyecek yarın UEFA!.. Durum biraz vahim yani...[page_end]

Bu kararlar çok da sürpriz olmadı aslında... Kulüplerin transferlere akıttığı, futbolculara verdiği paralar ve yüksek harcamalar düşünüldüğünde belki de beklenen bir sonun başlangıcıydı. Diğer takımlarımız da yüksek denilecek borcun içinde yüzüyoruz. Bu tür kararların devamı gelebilir mi?


Bir şeyin hesabını sormazsan o suçu işlemeyi gelenek haline getiren insanı da fazla suçlayamazsın. Beşiktaş batık vaziyette bu yüzden UEFA'ya alınmıyor. Beşiktaş'ın 104 milyon lira borcun, yani batmanın bir bölümü... Senetler Yıldırım Demirören'in cebinde... Uçan kuştan biri de eski başkan!.. Yani kulübü uçsuz bucaksız, ceza alacak bir borca sokarken kendisi de borçlandırmış ve bu adam Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı... Düşünebiliyor musun vehameti... O zaman Beşiktaş'ın ne günahı var bunda!.. Yıllardan beri buna göz yuman federasyonlar var, yıllardan beri buna göz yuman medya var!


Bu güne kadar herhangi bir köşede, 'Arkadaşlar 'kulüp lisansı' diye bir şey var. Bu Galatasaray, bu Beşiktaş, bu Fenerbahçe, Çatladıkapıspor nasıl kulüp lisansı alıyor' diye soran bir yazı hatırlıyor musun?


Peki işler niye bu hale geliyor? Fikret Orman ne diyor: "Yıldırım Demirören kulübü bu kadar batırmış, bizden sonraki yönetimlerin dahi gelirlerini harcamış!" Yani Beşiktaş'ın yöneticisi olacağı belli olmayan adam dahi borçlu... Bu rezaleti yaratan Yıldırım Demirören bir de Federasyon Başkanlığına getiriliyor, ödüllendiriliyor. 'Sen Beşiktaş'ı kurtardın, gel Türkiye'yi de kurtar' diye... Bunun sorumluluğu ne? Kongreye gidiyorlar, kabul edenler, etmeyenler; edilmiştir. İbra, bitti...


Yıldırım Demirören'in Beşiktaş'ın batmasında hiçbir sorumluluğu yok. Niye; çünkü Beşiktaş kulübü Dernekler Yasası ile yönetiliyor. Beşiktaş dernek mi? Futbol takımı ayrı şirket, satış mağazaları ayrı şirket, her şeyi ayrı... Beşiktaş bir holding, Fenerbahçe bir holding, Galatasaray bir holding, Bursaspor bir holding... Bütün bu holdingler, Türkiye'de, Dernekler Yasası ile yürütülüyor. Bunca spor bakanı geldi geçti, sadece yerlerinde oturdular. Bugünkü dahil... 'Arkadaşlar bu kulüpler artık dernek olmaktan çıktı. Bu Fenerbahçe, Papazın Çayırı'nda oynayan Fenerbahçe değil. Formalarını evde Marika Hanım'ın ütülediği Fenerbahçe değil.'


Hala ve hala bu ülkede bir spor bakanı, 'Bir kulüpler yasası lazım' diyemiyor.
Onun için ben Galatasaray'ın başına geliyorum; har vurup harman savuruyorum. Riva'yı da satıyorum, Florya'yı da satıyorum, Hasnun Galip'i de satıyorum, her şeyi de satıyorum. Ronaldo ile Messi'yi alıyorum, Galatasaray'ı 100 milyar lira borca sokuyorum ama bütün Galatasaray taraftarı 'Ronaldo ile Messi'yi aldım' diye beni omuzlarda taşıyor. Havaalanında iki milyon kişi toplanıyor onları karşılamaya... Ertesi sene Galatasaray batıyor ben federasyon başkanı oluyorum. Bu yasalar yüzünden!..


Hala ve hala devletin haberi yok olup bitenden... O zaman Yıldırım Demirören'in ne günahı var? Türkiye böyle geliyor böyle gidiyor.


İnşallah UEFA, kuru yaş demez, çok ağır cezalar verir Türkiye'ye de bizim kafamıza dank eder. Çünkü Bursa, Gaziantep ve Beşiktaş'ın birer senelik cezaları bize yetmez. Odun kafamıza inmeli, kafa ikiye yarılmalı ki biz 'Haa...' demeliyiz.[page_end]

Disiplin kuruluna sevk edilen ve ceza alan 11 kulüpten 3'ü Türk takımı. Bu durum UEFA'nın Türkiye'ye bakış açısını gösteriyor sanki...
Bakış açısıyla alakası yok bu işin... Belgelerle alakalı... Gönderdiğin belge sahte... Bu sahte belgelere rağmen kulübün borç içinde... 'Bu standartta oynayamazsın' diyor adam. 'Senin federasyonun, seni oynatır oynatmaz. Ben ona karışmam.' Aslında ceza alan kulüplerin Türkiye Süper Ligi'nde de oynamamaları lazım. O standart bizde de var çünkü. Ama Türkiye'de bu hesabı soracak yürek kimsede yok.


Yıldırım Demirören şimdi Beşiktaş'a hesap soracak öyle mi! 'Sen bu kadar borcu niye yaptın?' diye... Düşünebiliyor musun; aynanın karşısına geçecek 'Vay seni gidi seni... Beşiktaş'ı batırdın, ben seni de mahkûm ediyorum, Beşiktaş'ı da mahkum ediyorum. Hadi Beşiktaş ikinci kümeye gitsin' diyecek Yıldırım Demirören!..


Yani Türkiye'deki işlerin ne kadar komik hale geldiğini gösteriyor bunlar. Bir komedinin içindeyiz.

Tüm bunlar yaşanırken UEFA'da bulunan Şenes Erzik, Türk takımlarına destek vermemekle eleştiriliyor.


Şenes Erzik'i eleştirenler geri zekalı! Şenes Erzik uluslararası teşkilattaki en eski adamımız ve de fevkalade başarılı bir adam. Bugün UEFA'daki bütün işleri yöneten adam aslında.


Platini adaylığını koyarken, "Aman, beni bırakma" dedi. Çünkü Platini bir şey bilmiyor. Platini futboldan oraya gelmiş. Bütün işi bilen Şenes... FIFA'da da öyle yeri... Peki, buraya nasıl geldi Şenes Erzik? Her davada 'Türkiye, Türkiye' diye kendini ortaya atsaydı en başta Yunan lobisi, Şenes Erzik'i yaşatır mıydı? Şenes Erzik'i bırakırlar mıydı? Şenes Erzik bir adım ilerleyebilir miydi?
Şenes Erzik'in kazandığı seçimlere bakın! Neredeyse ittifakla oy alıyor. Çünkü Şenes Erzik'e herkes oyunu verirken 'Bu adam tarafsız. Bak Türkiye'nin başına ne dertler geliyor, Türkiye oylanıyor adamın ortaya çıktığını gören yok. Şenes Erzik hiçbir zaman birtakım insanların ucuz kahramanı olmak için kendini ortaya atmaz.


Emre Efendi'nin yüzünden aldığımız 6 maç ceza üçe nasıl indi; ben biliyorum. Kim indirdi; ben biliyorum! Kabak gibi ortaya çıksaydı, o ceza da inmezdi, Şenes de şimdi o teşkilatta yoktu.


Şenes Erzik yıllardan beri büyük bir başarıyla görünmeyen adamı oynuyor ve onun için orada zaten, onun için en yukarıda, onun için saygın...
Buradaki üç tane yalakanın hoşuna gitsin 'Vay yaşa Şenes' desinler diye niye ortaya atılsın!

Ayrıca 'sen yap, ben kurtarayım' hesabı yapmak da bir garip.
Onun da asgarisi için uğraşıyor ve başarılı da oluyor. Cezamız altıdan üçe indi ya! Şenes Erzik'in elini öpmesi lazım Türkiye'nin. Türkiye yine büyük belada... Kimse farkında değil. Biz büyük bir beladayız.
Yani buradan ne kadar az yara ile kurtulursak oradaki pansumancı Şenes! Kimsenin haberi yok. Ama ağzını açıp bir tek laf etmiyor. Etse biter çünkü. Ettiği an biter.[page_end]

Tabii bu kargaşa ortasında Fenerbahçe'nin yaptığı transfer dikkat çekiciydi. Liverpool'un Hollandalı yıldızı Dirk Kuyt'ı renklerine kattı. Fenerbahçe'nin, Kuyt hamlesini nasıl yorumluyorsunuz, takıma yararlı olur mu?


Şimdi görünüşte fevkalade aptalca... Çünkü Fenerbahçe'yi geç Türk futbolu seneye Avrupa'da olacak mı belli değil. Sen bir takım yapacaksan; 'Nerede oynayacaksın, rakiplerin kim, amacın ne' diye düşünür ve ona göre takım yaparsın.


'Ben seneye Şampiyonlar Ligi'nde oynamak istiyorum ve başarılı olmak istiyorum' dersen bir takım yaparsın. 'Ben seneye Türkiye Ligi'nde küme düşmemek için oynayacağım' dersen bir başka takım yaparsın. Birinin bütçesi 100 milyon euro olur, öbürünün 5 milyon euro olur.


Şimdi özellikle Fenerbahçe'nin durumunun ne olacağı hemen hemen hiç belli değilken ve de yüzde doksan ihtimalle seneye Avrupa'da olmayacağı herkesin kafasında varken Kuyt gibi bir adama tak bir milyon euro ödeyip almak aptalca görünüyor. Ama aslında dâhiyane bir transfer... Bu transferi yapanları yürekten kutluyorum.


Çünkü cuma günü savcının açıkladığı iddianame Fenerbahçe camiasını allak bullak etti. Bu allak bullak eden camiayı toplayacak, bir araya getirecek bir satranç hamlesine ihtiyaç vardı. Fenerbahçe yönetimi, Kuyt'u alarak bu hamleyi yaptı.


Bu Avrupa'ya karşı alınmış transfer değil, Fenerbahçe camiası için yapılmış transfer. Bravo...

Yine karışık bir dönemde Sow transfer edilmiş ve yüksek maliyetli o transfer de şaşırtmıştı.


O ayrı, o başka. O zaman Galatasaray ile müthiş bir mücadele içindeydiler. O Galatasaray'a karşı yapılmış bir transferdi. Doğruydu, haklıydı. Çünkü Türkiye ligleri ne hale gelirse gelsin Fenerbahçe, Galatasaray olduğu sürece Türkiye'de gündemin birinci maddesidir. Fenerbahçe-Galatasaray mücadelesi olduğu zaman isterse fasulye ligi olsun Türkiye'nin gündemin birinci maddesidir. Onun için o başka bir şey. Ortada tamamen aleyhte bir durum varken kalkıp Kuyt'u almanın Sow ile alakası yok.

Maliyet açısından da iyi bir transfer. Yaşı 32 ama...
Bunlar hiç önemli değil. Önemli olan Fenerbahçe camiasına mesajın verilmesi... Bu mesajı iyi verdiler.

Galatasaray da Kuyt ile anılan takımlar arasındaydı. Şampiyonlar Ligi'ne direkt katılacak ama Fenerbahçe'nin bu hamlesine karşın Galatasaray'da bir hareket yok.


Galatasaray akıllı davranmaya devam ediyor. Galatasaray'a bir diyeceğim yok. Galatasaray'ın çok kötü yönetildiğini biliyorum.

TREND HABERLER
Yorumlar
TREND HABERLER