F.Bahçe camiası 3 Temmuz'da doğdu!
Cengiz Çandar, Fenerbahçe'nin şike sürecinde yaşadıklarını kaleme aldı. İşte çok ses getirecek o yazı...
İNTERNETSPOR/ Tüm Türkiye'nin dikkatle izlediği şike davasına kitlenirken tutuklu yargılanan Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın zaman zaman yaptığı çarpıcı açıklamalar gündemin seyrini değiştiriyor. Aziz Yıldırım'ın yaptığı konuşmaların perde arkasında neler var? Bizi hangi süreç bekliyor ve Fenerbahçe taraftarının 3 Temmuz'dan beri yaşanılan süreçteki rolü neler? İşte bu sorulara Radikal yazarı Cengiz Çandar köşesinden yanıt verdi.
İşte Cengiz Çandar'ın ses getirecek yazısı;
...Aziz Yıldırım, 3 Temmuz'dan (2011) yani kendisi ve bir kısım Fenerbahçe yöneticisinin gözaltına alınmasıyla başlayan sürecin ne olduğunu ve 'aktörleri'ni teşhis ettiğini ima ediyor.
Sürecin arkasında yer alan 'birileri'nden söz ediyor. Tayyip Erdoğan'ı bu sürecin 'arkası'ndan ayırıyor ve hatta "Bizlerle Başbakanımızın irtibatını koparmaya kalktılar" diyor. Söz konusu sürecin, 'Fenerbahçe'yi ele geçirmekle ilgili olduğunu, bu amaçla öncelikle kendilerinin 'ele geçirilmesi' yoluna gidildiğini vurguluyor.
'Oyun'u kim bozdu?
Süreci, bir anlamda 'oyunu bozan' unsurun Fenerbahçe taraftarları olduğunu özenle belirtiyor. İsimsiz milyonlar, sokaklara taşan isimsiz on binler.
Konunun özü de bu. Gerçekten de bu sürecin 'belirleyici unsuru', Fenerbahçe taraftarları.
3 Temmuz'da milyonlarca Fenerbahçeli, ortaya savrulan iddialarla bunlara inanmak istemeseler de donup kaldılar. Medya üzerinden Aziz Yıldırım'a, onun üzerinden Fenerbahçe'ye yönelik muazzam bir 'yargısız infaz' yapıldı. "Müthiş belgeler, görüntüler, ses kayıtları var" denilerek medyaya kanun çiğnenerek servis edilen ve manşetlere taşman iddiaların dayanıksızlığını taraftar kitlesi birkaç gün içinde gördü. O 'belgelerin' bir kısmı hiç ortaya çıkmadı, çıkarılanların kofluğu ise derhal fark edildi.
Bunun üzerine 'Fenerbahçe halkı' sokağa çıktı. 10 Temmuz günü on binlerce kişi Bağdat Caddesi'ne döküldü. Fenerbahçe futbol takımına ceza verilmesi üzerine sadece kadın ve çocuk seyirci alınarak oynatılan futbol maçını 20 Eylül'de 50 bin kadın ve çocuk stadyumu tıklım tıklım doldurarak izledi. Bir o kadarı da dışarıda kaldı.
Mahkemenin başladığı 14 Şubat gününe binlerce Fenerbahçeli, sabahın 6'sında kalkıp Silivri'ye akarak girdi.
Nasıl 'faullü' çalıştığını, son aylarda -özellikle geçen hafta- ortaya koymuş olan 'polis-yargı ekseni', esas olarak 'apolitik' karakterdeki on binlerce kişiyi baştan itibaren 'faullü görüntülerle yürütülen 'Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım operasyonu'ndan ötürü öfkeli ve canlı bir kitle olarak seferber etti.
Bir anlamda, Fenerbahçe adındaki büyük camia, 1907 yılında değil, 3 Temmuz 2011'de doğdu. Ne kadar büyük olduğu bu 'doğumla, 'haksızlığa karşı isyanla ortaya çıktı. Büyüklüğünü gerçekten fark ettiği andan itibaren, her vesileyle gücünü ortaya koydu. Fenerbahçe Yönetim Kurulu tarafından yönetilmeyen, kendi kendini yöneten bir 'dip dalga' ve 'simge' olarak Aziz Yıldırım'ı öne alan bir kitle olarak.
İşin siyasi yansımasına gelirsek,. Bu kitlenin, bu eksenin damgasını taşıyan Ergenekon'dan başlayarak KCK'ya uzanan 'operasyonlar'a ve 'adalet kavramı'na inancı sarsıldı, Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım'ı hedefine oturtan 'operasyon', Ergenekon ve türdeşi davalar konusundaki 'moral meşruiyeti' maalesef sarstı ve bu bakımdan da kamuoyu açısından 'tehlikeli' sonuçlar üretecek bir nitelik kazandı.
İşte Cengiz Çandar'ın ses getirecek yazısı;
...Aziz Yıldırım, 3 Temmuz'dan (2011) yani kendisi ve bir kısım Fenerbahçe yöneticisinin gözaltına alınmasıyla başlayan sürecin ne olduğunu ve 'aktörleri'ni teşhis ettiğini ima ediyor.
Sürecin arkasında yer alan 'birileri'nden söz ediyor. Tayyip Erdoğan'ı bu sürecin 'arkası'ndan ayırıyor ve hatta "Bizlerle Başbakanımızın irtibatını koparmaya kalktılar" diyor. Söz konusu sürecin, 'Fenerbahçe'yi ele geçirmekle ilgili olduğunu, bu amaçla öncelikle kendilerinin 'ele geçirilmesi' yoluna gidildiğini vurguluyor.
'Oyun'u kim bozdu?
Süreci, bir anlamda 'oyunu bozan' unsurun Fenerbahçe taraftarları olduğunu özenle belirtiyor. İsimsiz milyonlar, sokaklara taşan isimsiz on binler.
Konunun özü de bu. Gerçekten de bu sürecin 'belirleyici unsuru', Fenerbahçe taraftarları.
3 Temmuz'da milyonlarca Fenerbahçeli, ortaya savrulan iddialarla bunlara inanmak istemeseler de donup kaldılar. Medya üzerinden Aziz Yıldırım'a, onun üzerinden Fenerbahçe'ye yönelik muazzam bir 'yargısız infaz' yapıldı. "Müthiş belgeler, görüntüler, ses kayıtları var" denilerek medyaya kanun çiğnenerek servis edilen ve manşetlere taşman iddiaların dayanıksızlığını taraftar kitlesi birkaç gün içinde gördü. O 'belgelerin' bir kısmı hiç ortaya çıkmadı, çıkarılanların kofluğu ise derhal fark edildi.
Bunun üzerine 'Fenerbahçe halkı' sokağa çıktı. 10 Temmuz günü on binlerce kişi Bağdat Caddesi'ne döküldü. Fenerbahçe futbol takımına ceza verilmesi üzerine sadece kadın ve çocuk seyirci alınarak oynatılan futbol maçını 20 Eylül'de 50 bin kadın ve çocuk stadyumu tıklım tıklım doldurarak izledi. Bir o kadarı da dışarıda kaldı.
Mahkemenin başladığı 14 Şubat gününe binlerce Fenerbahçeli, sabahın 6'sında kalkıp Silivri'ye akarak girdi.
Nasıl 'faullü' çalıştığını, son aylarda -özellikle geçen hafta- ortaya koymuş olan 'polis-yargı ekseni', esas olarak 'apolitik' karakterdeki on binlerce kişiyi baştan itibaren 'faullü görüntülerle yürütülen 'Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım operasyonu'ndan ötürü öfkeli ve canlı bir kitle olarak seferber etti.
Bir anlamda, Fenerbahçe adındaki büyük camia, 1907 yılında değil, 3 Temmuz 2011'de doğdu. Ne kadar büyük olduğu bu 'doğumla, 'haksızlığa karşı isyanla ortaya çıktı. Büyüklüğünü gerçekten fark ettiği andan itibaren, her vesileyle gücünü ortaya koydu. Fenerbahçe Yönetim Kurulu tarafından yönetilmeyen, kendi kendini yöneten bir 'dip dalga' ve 'simge' olarak Aziz Yıldırım'ı öne alan bir kitle olarak.
İşin siyasi yansımasına gelirsek,. Bu kitlenin, bu eksenin damgasını taşıyan Ergenekon'dan başlayarak KCK'ya uzanan 'operasyonlar'a ve 'adalet kavramı'na inancı sarsıldı, Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım'ı hedefine oturtan 'operasyon', Ergenekon ve türdeşi davalar konusundaki 'moral meşruiyeti' maalesef sarstı ve bu bakımdan da kamuoyu açısından 'tehlikeli' sonuçlar üretecek bir nitelik kazandı.