Kendini Fener taraftarının yerine koydu!
Hıncal Uluç, haftanın öne çıkan spor olayları ve son günlerde gündemden düşmeyen "futbolda şike" iddialarını değerlendirdi.
Sabahspor.com'dan Bora Eğriçayır'a konuşan usta kalem Hıncal Uluç, haftanın öne çıkan spor olayları ve son günlerde gündemden düşmeyen "futbolda şike" iddialarını değerlendirdi.
İşte Hıncal Uluç'un açıklamaları:
Tüm Türkiye nefesini tutmuş şike operasyonunu takip ediyor. Her geçen gün yeni gelişmeler yaşanıyor. Aziz Yıldırım, emniyet, adliye ve hastane arasında geçen sancılı sürecin ardından tutuklandı. Siz yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Olağan bir süreç işliyor. Aziz Yıldırım'ın sağlık durumu belli... Bu sağlık durumu içinde doktor kontrolünün gerektirdiği anlarda hastaneye götürüldü. Hiçbir şey insan yaşamının önüne geçemez. Bu yüzden durumunun hassaslaştığı her dönemde hastaneye gitmesi orada gözlem altında olması normaldi.
Önemli olan şey şu; bunun tutuklanan herkese uygulanması. Uygulanıyorsa mesele yok. Biz kamuoyu olarak ancak ünlü isimler söz konusu olduğu zaman; örneğin bir general ya da Fenerbahçe Başkanı söz konusu olduğu zaman sağlığın bu kadar hassasiyetle önemsendiğini görüyoruz. Ama diğ er zamanlarda tatsız bazı olayların cereyan ettiğini duyuyoruz. Dileriz ki bütün hukuk sistemimize örnek olur.
Bir haftalık süreç içinde konuyla ilgili birçok iddia ortaya atıldı. İfadeler, fotoğraflar basında yer aldı. Medya konuyla ilgili nasıl bir sınav verdi?
Bu iddiaların bir defa ortaya dökülmemiş olması lazım. Ortaya dökülse bile yayınlanmaması lazım. Çünkü kanun diyor ki "İlk tahkikat gizlidir." Bu nasıl gizlilik? Aziz Yıldırım'ın karakolda bir sanık sıfatıyla fotoğrafı çekiliyor. Bu her sanığın, her şüphelinin başına gelen bir iş...
Ben bir mahkemelik bir trafik suçu işlesem, beni mahkemeye götürseler, fotoğrafım çekilir. Sağdan, soldan, cepheden... Şimdi bu fotoğraf, 'Haberturk'e sızdırıldı' diye bir polis memuru hakkında soruşturma açılıyor, gizli olması gereken polis ve savcılık dosyasındaki fotoğraflar meydanda... Geçen hafta ben Levent Kızıl'ı Olgun Peker ile bir masada görüyorum; bu (dün) sabah da Levent Kızıl'ın gözaltına alındığını duyuyorum. Bu nasıl iş?
Şimdi İstanbul Emniyet Müdürü diyor ki, "Biz Aziz Yıldırım'ın fotoğrafını sızdıran polis hakkında soruşturma açtık. Ama öbür bilgi ve fotoğrafları polis sızdırmadı. Savcı avukatlara veriyor dosyaları, o avukatlar sızdırıyor." Yani ben şimdi; diyelim Levent Kızıl'ın avukatıyım, diyelim Aziz Yıldırım'ın avukatıyım, kendi müvekkilimle ilgili, onu suçlu gösterebilecek bir fotoğrafı medyaya ben vereceğim!.. Bunun mantığı var mı? "Avukatlar bunu sızdırıyor" diyen kişinin bunun mantığını da açıklaması lazım. Ergenekon davası öyle değil mi; Balyoz davası öyle değil mi? En gizli bilgileri gazetelerin manşetlerinde, internetlerde okuyoruz, kendi seslerinden duyuyoruz.
Polis, benim konuşmamı yasal olarak banda almış, sonra internette o konuşma yayınlanıyor! Nasıl yayınlanıyor peki?
Bunların sızdırılmasını bırak, gazetecilik hüneri ile ele geçirilmesi dahi yayını yasak.
Yıldırım'ın hastanede kendisini ziyarete gelen yakın çevresine, "Konuşursam çok kişi yanar" dediği ileri sürüldü.[page_end]
Söyleyip söylemediği belli değil. "Konuşursam çok kişi yanar" demek 'Ben suçluyum' demek. Oysa Aziz Yıldırım, başından beri suçlu olmadığını iddia ediyor. Yani gazetelerde yayınlananlar birbirleriyle çelişkili... Onu söyleyen bunu söylemez, bunu söyleyen, onu söylemez. Demek ki herkes bir şeyler sallıyor.
Ben geçen hafta da söyledim: Bu dönemde özellikle de ilk tahkikat döneminde, bu konuda hiçbir yorumda bulunmamak lazım. Hem suç hem de yargıyı etkilersin.
Yine Yıldırım'ın "14 Nisan'dan önce teşvik suç değildi. Bu tarihten önceki maçları bana sormayın" dediği şeklinde bir ifade sızdı. Bu konuda 14 Nisan'ı mı milat almak gerekiyor?
Sen de soruyu sorarken "Sızan" diyorsun. Ortada henüz bildiğimiz hiçbir şey yok. Ne savcı iddianamesini gördük ne ifadeleri biliyoruz! Herkes kafadan bir şeyler sallıyor. Ama 14 Nisan'ın bir milat olduğu kesin. 14 Nisan'da bir yasa çıktı çünkü... Türk Anayasası'nda ve bütün demokratik anayasalarda 'Kanunsuz suç ve ceza olmaz' der. Yani bir şeyin suç olduğu kanunda yazılı olmalı, onun cezası da kanunda yazılı olmalı. Kanunda tarif edilmeyen suç yok.
Teşviki bir suç olarak yazan ve bunun cezasını koyan kanun 14 Nisan'da yürürlüğe girdi. 14 Nisan'dan evvel ki teşvik olaylarını Türkiye'de sadece Futbol Federasyonu idari ceza olarak yorumlayabilir ve değerlendirebilir. Yasal suç değil. Öyle bir kanun yok çünkü... Bunu Aziz Yıldırım'ın avukatı söylemiş olabilir: "14 Nisan'dan evvel suç olmayan bir eylemi, bugün soruşturamazsınız." Doğru...
Yargılama sürecinde yaşananlar ve medyada yer alan haberler, Fenerbahçelilerin tepkisini çekti. Topuk Yaylası'nda, Metris Cezaevi önünde medya mensuplarına saldırılar vardı.
Bugünlerde Fenerbahçe taraftarı olmak çok zor... Kendimi onların yerine koymaya çalışıyorum, daha üç gün evveline kadar müthiş bir kutlama, keyif, heyecan, coşku içindeyken; şimdi böyle bir şok yaşıyorlar.
Bugüne kadar iki türlü Fenerbahçe taraftarı gördüm; çoğunluk Aziz Yıldırım'ın suçsuzluğuna inanıyor. Haksızlığa uğradıklarına inanıyor. Bir azınlık da var; Aziz Yıldırım'a öfkeli... 'Milyonlarca taraftarı olan bir kulübün başkanı bunu yapar mı!' diye...
Bunlar aslında insancıl ve doğal tepkiler ama hukuksal olarak erken tepkiler. Çünkü ortada bir hukuksal gerçek yok. Yargılanma sürecinin sonuna kadar kimseyi suçlayamayız. 'Suçsuz' da diyemeyiz, 'Suçlu' da diyemeyiz. Ama Fenerbahçe taraftarı olduğun zaman 'şok duygusu' içinde olman da doğal...
Gazetecilik açısından baktığınızda bilgi, belge ve fotoğrafların ele geçirilmiş olması bir başarı mıdır?
Mesele belgeye ulaşmak ya da ulaşmamak değil. 'İlk tahkikat gizlidir' Türkiye'de bir yasa... İstediğin belgeye ulaş, gizli olan bir belgeyi yayınlamak suç. Benim elime gelse ben yayınlamazdım. Yayınlamayı 'tartışmazdım' bile... Benim elime gelse ben yayınlamazdım. Tartışmazdım bile yayınlamayı... Türkiye'deki suçlar 'İşlenebilecek suçlar', 'İşlenemeyecek suçlar' diye ikiye ayrılmıyor. Hayır suçu işlemeyeceksin. Suçun işlenmemesini sağlamak da sadece yürütme, yasama ve yargının görevi değil, dördüncü güç medyanın da görevi... Sen kendin suçlar işlersen...
Dünyanın en büyük gazetelerinden News Of The World pazar günü kapandı. Niye; suç işlediler. İngiliz gazetesi, 'Suç işledi' diye kapanıyor ve ben bunu alkışlıyorum. Aynı gün kendim suç işliyorum ve benzeri bir suçu işliyorum. Gizli kalması gereken konuşmaları yayınlıyorum. Bu nasıl gazetecilik?
Bağdat Caddesi'nde ve Topuk Yaylası'ndaki olaylara gelince... Tatsız olaylar olmuş belli... Ama bireysel psikoloji başkadır, toplumsal psikoloji başkadır. Hiç aklından hayalinden geçmediği halde tatsız olayların içinde kendini bulabilirsin.
Oradaki görüntüleri izledim ben... Pazar günü olduğu için iş güç yoktu. Orada 5 yaşındaki kızına Fenerbahçe forması giydirmiş, omzuna almış, oraya gelmiş, gülerek, etrafınla konuşan insanlar vardı. Oraya bir olay çıkarmak için gelmediği belli... Öyle bir niyeti olsa 5 yaşındaki kızını getirmez. Gülüyor, konuşuyor, şaka yapıyor belli... Ama toplum psikolojisi gerildiği anda o şakalaşan kişi 'Kızımı tutun' deyip gazetecilere saldıranların arasına girebilir. Toplum psikolojisi bu... Orada üç tane aykırı adam, üç tane fanatik, holigan, çok masum insanları bile etkileyebilir. Onun için bu tür olaylarda insanlarımızın dikkatli olması lazım.
Şike operasyonları devam ediyor ve İkinci dalgada Mahmut Özgener, Sadri Şener, Levent Kızıl, Mümtaz Karakaya gibi isimler gözaltına alındı.[page_end]
Ama sürpriz değil. Çünkü geçen hafta medyaya sızan fotoğraflardan, konuşmalardan Mahmut'un ve Levent'in çağrılacağı belliydi.
Bu olay Türk futbolunun gidişatını nasıl etkileyecek?
Geçen hafta söylediğimi yine söylüyorum: Bu soruşturmaların hepsi, mahkemede, bırak mahkumiyeti takipsizlik kararı verilse dahi bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti'nde hiçbir kulüp yöneticisi yani resmi sıfatı bulunan bir adam bu tip işlere girmeye cesaret edemez. Bitti...
Fenerbahçe'den yapılan açıklamalarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Fenerbahçe yönetiminin de Fenerbahçe'yi şampiyonluğa taşıyan Aykut Kocaman'ın da futbolcunun da kendi kulüplerini savunmaları normal. Benim bunlara hiçbir itirazım yok. Ama bu savunma sırasında sözcüklerini dikkatli seçmeleri lazım. Çünkü kritik bir dönemden geçiyoruz. Sadece onlar da değil herkesin dikkatli seçmesi lazım.
Ünal Aysal çıktı, fevkalade alkışladığımız bir açıklama yaptı. Galatasaray camiasına, "Olayların dışında kalın, konuşmayın, kimseyi tahrik etmeyin." Galatasaray televizyonuna da talimat verdi: 'Bu konuyla ilgili yayın yapmayın' diye...
Ondan beklenen, Galatasaray'dan beklenen olgun davranış bu... Aynı Ünal Aysal, "Galatasaray Kongresi'nde kulübümüzün adını lekelemedikleri için eski başkanlarımıza teşekkür ediyorum" dedi. Bu ne demek; 'Bazı başkanlar var, kulüplerinin adını lekeliyorlar' demek. Galatasaraylılara 'Sus' diyorsun, sonra kendin bu manaya gelebilecek bir lafı açık seçik ediyorsun. Çünkü ne söylediğimize, nereye gidebileceğine dikkat etmiyoruz.
Ünal Aysal, "Ben eski başkanlarımıza teşekkür ediyorum. Kulübümüzün adını lekelemediler" derse ben Unterhaching kentindeki 'Bilmem ne çocukları' diye açılan pankartı nasıl lanetleyebilirim!.. Böyle başkana böyle taraftar...
Kocaman düzenlediği basın toplantısında "Bataklık kurutulmak isteniyorsa 1958′e kadar gidilmeli" dedi. Operasyonu genele yaymaya ihtiyaç var mı?
Birincisi; yok... İkincisi; Aykut'un o ifadesinin içeriğinde itiraf var. "Bataklık" diyor. Alelacele edilmiş bir laf olduğu belli.
"Ben kulübümün tertemiz olduğunu inanıyorum, Türk futbolunun da tertemiz olduğuna inanıyorum. Ama ortada bir gölge varsa bu sadece bu sene değil, bütün lig boyunca yapılmalı soruşturma" dersin falan filan... Ama "Bataklığın kurutulması" dedin mi!..
Çünkü Aykut o bataklığın içinde sadece Fenerbahçe bölümünde rol almadı ki... Sakaryaspor'dan başlayarak bir yığın kulüpte oynadı, bir yığın kulüpte teknik direktörlük yaptı. Yarın savcılardan biri "Gel bakalım kardeşim, 1958′den bu yana neler biliyorsun?" dese ne olacak? Bunu ifade ettiğine göre bir şeyler biliyorsun. Yani konuşmak için konuşmamak lazım.
Fenerbahçe'nin teknik direktörü şampiyonluğunu savunacak, aslanlar gibi savunacak. Ama savunurken sözlerine dikkat edecek.
1- Yanlış anlamalara meydan verecek cümleler kurmayacak.
2- Kimseyi de hedef göstermeyecek.
Sen medyayı hedef gösterirsen ve o antrenmanda bir medya mensubu yaralanırsa bunun sorumlusu kim olur?
Kocaman'ın "Maçlarımızı Cüneyt Tanman izlesin ve o karar versin" şeklinde bir çağrısı da vardı.
Cüneyt'i seçmesinin nedeni; Galatasaraylı olması...
Ben yorumcu olarak geçen sene, "Şu maçları birlikte izleyelim, bu maçları birlikte izleyelim" demedim mi? Aykut Kocaman da "Bu federasyondaki Galatasaraylı, yani Fenerbahçe'nin en büyük rakibi Galatasaray'ın yıllar yılı kaptanlığını yapmış Cüneyt Tanman, benim maçlarımı izlesin. Baksın bakalım; şike şüphesi var mı, yok mu?" Bu söylenebilecek bir laf...
Bu teklifin sebebi, 'Bu yapılsın' değil. 'Ben o kadar eminim' anlamında söylüyor o lafı... Yoksa onun hukuksal bakımdan bir sonuç vermeyeceğini biliyor.
Yoksa ben "Hakemle şu penaltı görüntüsünü izleyelim' dediğim zaman onun sonucunda o penaltı geri alınacak, maçın skoru değişecek diye demiyorum. Penaltı kararının ne kadar yanlış olduğunu anlatmak için, 'Hakemle beraber, izleyelim' diyorum.
Bu konuşma tarzı, usul tarzı. Yoksa esasta herhangi bir değişiklik yapmaz. Aykut da ben o kadar eminim ki maçlardan 'Cüneyt hoca bile benim maçlarımda şüphe izi, gölgesi bulamaz' demek istiyor.