Kızım olsa Arda Turan'a verirdim!
İstanbul Büyükşehir Belediyespor Teknik Direktörü Abdullah Avcı, A'dan Z'ye çok çok çarpıcı açıklamalar yaptı..
Abdullah Avcı'nın ömrünü adadığı değerleri var... Onun işi vurup yıkmak değil... Yendiği rakibini bile elinden tutup ayağa kaldırmak. O yüzden ne kadar şık giyinse de, insan elbisesini bir kez bile üzerinden çıkarmış değil
Gözlerinde , büyüdüğü mahallelerin delikanlı izi. Ayağa kalkıp söz alan disiplini, hayattan almış. Onda protokol listelerinden ziyade, personel listeleri işlem görüyor. Ömrünü adadığı değerleri var. "Sende sihirli değnek mi var?"diye açtım kapıyı. "Yok" dedi, "pozitif elektrik var." "Teknik direktör olarak arzuladığın yerde misin?" "Şu anda arzuladığım yerdeyim ama hedeflediğim yerde değilim." Sorularım merdiven çıkıyordu sanki. "Bunu gerçekleştirmek için ne yapıyorsun." "Hayata çok olumlu bakarak, yoğun bir şekilde çalışıyorum. "
MİLLİ TAKIM AŞKTIR
Başka bir limana demir atarken bile, kendi kuralları olan bir kaptandı Abdullah Avcı. Onu, son günlerin ana meselesine taşırken, yüklerini boşaltmasını istedim belki. "Milli takımdan teklif geldi mi?" "Gelmedi" dedi, ama "Gelse bile bunun açılımına bakarım. Teklifin üzerine atlamam. Ben mesleki anlamda doğru şeyler yapmaya çalışıyorum. Orası çok önemli bir kariyer, önemli bir sorumluluk. Milli takım aşktır. Ama mesleki anlamda duruşumuzu göstermek için, bunun açılımına bakmak gerek. Sığıntı yardımcı antrenör olarak gitmem zaten. Öyle bir şey olamaz." Sureti ortalarda dolaşan bir resmin, aslını istedim. "Mutlaka yabancı mı gelecek?" "Biz Antalya'da kurstayken, Futbol Federasyonu Başkanı'nın açıklaması böyleydi. 2 yıl yabancı, 2 yıl sonra, yanına verdiğimiz yerli antrenörle devam kararı." 2 yıl yardımcılıktan sonraki asil antrenörlüğü kast ederek sordum. "Böyle bir teklifi kabul eder misin?" Kuralları her şeyin ötesindeydi. "Bunun da açılımına bakmak lazım." Bir masanın başında yemek yiyorduk. Gökhan Tepe vardı yanımızda. İkimizin de can dostlarından biri. Hep birlikte aynı duyguya çıkartma yapma kararı aldım. "Milli takım yabancıların hakkı mı?" Cevabı kısa ve netti. "Değil." Parantez açtı. "Milli takım bir sevgi yeridir, iletişim yeridir. Bu iletişimi ve sevgiyi sağlayacak bir yerli antrenöre ihtiyaç vardır diye düşünüyorum." Yerli teknik adamların ilk kez yabancı meselesine karşı bu kadar bilinçli bir tepki gösterdiğini belirttim.
ORTAK PROJE GEREK
"UEFA gözlemcilerinin verdikleri kurslarda bizim nasıl bir potansiyel antrenör olduklarımızı ifade ediyorlar. Biz de bu konuda kendimize daha fazla özgüven sağlıyoruz. Analizleri yapan insanlar bile, Türkiye'deki antrenörlerin, paylaşım açısından, araştırma açısından daha öne geçtiklerini düşünüyor. Geride olduğumuz konularda da, büyük bir iştahla onların önüne geçmeye çalışıyoruz." Türk futbolunun en büyük sorununu sordum da, "Genel eğitimle, futbol eğitimini bir arada çözebilecek bir projenin hayata geçirilmemiş olması" dedi. Öncelikle Üç Büyükler'in önderliğinde, Milli Eğitim ve Futbol Federasyonu'nun bir arada çözebileceği bir projenin, futbolu çok farklı yerlere taşıyacağını belirtti. Karizmanın futboldaki etkisi konulu sohbetten sonra, karizmanın egonun dışa vurumu olduğunu belirtti. "Bu bende de var" dedi, "Ama bu egoyu pozitif enerjiyle beslemek gerekiyor, negatif enerjiyle değil."
PALTO BEYAZ'A GİTTİ
[page_end]
Karizmayı besleyen faktörlerden biri de giyimdi. "Teknik adamların şık olması gerekiyor mu?" diye sordum. Net bir penaltıya düdük çalan hakem gibi çabuk davrandı. "Evet gerekiyor." Özellikle önemli maçlardan önce vitrin turları başlıyordu. Galatasaray'la oynadıkları son maçta giydiği bir palto vardı da, Beyaz, Rıdvan Dilmen'le katıldığı bir programda paltodan çok söz etmişti, Abdullah Avcı da o paltoyu Beyaz'a hediye etmişti. Gönül zenginliğinin, büyüdüğü topraklardaki geleneklerle de yakın ilişkisi vardı. "Mahallelerde eski ağabeylerden kaldı mı?" dedim. "Kalmadı" dedi, "Kasımpaşa'da, İstiklal Caddesi'nde büyüdüğümüz için, bizler o ağabeyleri iyi biliyoruz." Ben de öyle bir mahallede büyümüştüm, o ağabeyleri iyi bilirdim. "Onlar doğru abilerdi" dedi. Devam etti. "Kasımpaşa bir üniversite gibiydi bizim için. İstiklal Caddesi'ne çıkıp yürümenin kültürünü bilmek, abilerle birlikte 'maça maça' diyen dolmuşlar.. İnsanları iyiye yönelten, kötünün önünü kesen abilerdi onlar." Şimdiki zamanla, eski zaman arasındaki köprünün üzerinde pankart açtı. "Etiler'de kebap yemesini de biliyorum. Kasımpaşa'da kurufasulye yemesini de..." Dürüstlük zanlısı bir adamın, haksızlığa uğradığı bir dönemi hatırlattım. Galatasaray'a karşı, daha az mücadele ettiği söylentilerini. "Lige çıktığımız sezon Beşiktaş'la İnönü Stadı'nda berabere kaldık, Olimpiyat'ta yendik. Fenerbahçe'yi Olimpiyat'ta yendik, Kadıköy'de berabere kaldık. Galatasaray'la Ali Sami Yen'de berabere kaldık, Olimpiyat'ta kötü oynadık ve yenildik. O maçtan iki hafta önce Galatasaray'dan teklif almıştım. Ertesi sene Fenerbahçe'yi yenip, Galatasaray'a yenilince bunları yakıştırdılar."
ONURUM İÇİN YAŞARIM
Ligin ilk yarısında, son dakika golüyle Ali Sami Yen'de alınan beraberliğe, niye aşırı tepki verdiğini de açıklamış oldu. "Sırf bu söylentiler yüzünden. Yoksa ben öyle sevinç yaşamam. Ama böyle söylentilerle yaşamayı da istemem." Efendiliğe teslim olmuş birine, "Galatasaray'ın teklifini kabul etmemek, sende bir pişmanlık yarattı mı?" diye sordum. Meselenin iki yanına da baktı. "Vicdanen rahatım. Hayatım boyunca kendimi, hakkımda yanlış düşünülmesin diye yetiştirdim. O gün evet deseydim, tekliften iki hafta sonra kaybettiğimiz Galatasaray maçı için (Galatasaray'ın teklifini kabul etti, maçı sattı...) diyeceklerdi. Bununla yaşayamazdım. Teklifi kabul etmediğim için son derece rahatım." Yazarlığa başlayan eski futbolcuların meselesine taşıdım onu. "Bence onların bakışı doğru değil" dedi, devam etti. "Bugün zaman tünelinde kalmış spor yazarlarımız var. Hatta futbolu yeni bırakmış arkadaşlarımız bile oyunu doğru yorumlayamıyor. Önce yedek kulübesine kafalarını bir soksunlar, orayı bir yaşasınlar, ondan sonra yorum yapsınlar." Futbolculuk döneminde kendilerine yapılmasını istemediklerini, yazar olunca yapmalarının ondaki yorumu. "Herhalde rant kavgası." "Futbolda çeteler var mı?" sorumu ustaca cevapladı. .
"Rakamların bu kadar büyüdüğü, pasta dilimlerinin bu kadar değerlendiği bir ortamda birtakım sıkıntılar var. Ben bu sıkıntılar üzerine ne konuşmayı, ne de ortamın içinde bulunmayı istemiyorum." Harika bir aile yaşantısı var. Oğlu gitar çalıyor. Ona desteği sonsuz. "Şarkı sözleri benden" dedim, Gökhan Tepe de "Ben de elimden ne geliyorsa" diyerek, masadan elini uzattı. Kazandıklarını gayrimenkule yatırıyor. "Allah'la benim aramda" dediği insanların eğitim sorumluluğunu da üstlenmiş. Çok para kazanırsa, idealini belirlemiş. "Okul ve hastane yaptıracağım." Onda hayatın karşılığı sevgi ve saygı. Muhabbet bağına girmeyi seviyor. Ligin ikinci yarısında Fenerbahçe'nin daha önde olduğunu düşünüyor. Bir ipucu verdi. "Son iki sezondur, şampiyonluğu bizim oynadığımız maçlar belirledi. İki sezon önce Beşiktaş'ı yendik, Galatasaray şampiyon oldu. Geçen sezon Sivasspor'u yendik Beşiktaş şampiyon oldu." Fikstürü hatırladı ve yine gülümsedi. "Bu sezon şampiyonu belirleme maçı bize kısmet olabilir. Çünkü o dönemlere Galatasaray maçı rast geliyor." Futbol onun için her hafta sahnelenen bir oyun. Onun işi vurup yıkmak değil. Yendiği rakibini bile, elinden tutup ayağa kaldırmak. Ne kadar şık giyinse de, insan elbisesini bir kez bile üzerinden çıkarmış değil. O aslında insanlık idealleri için yaşıyor. Topal bir karıncayla bile yola çıksa, onu ayağa kaldırabilecek bilgisi ve hüneri var. Bakmayın ağır adımlarla yürüdüğüne... Onun içinde dünya koşuyor.
ESKİ FUTBOLCU YENİ YAZARA!
[page_end]
"Futbolu yeni bırakmış bir arkadaşımızın yaptığı yorumu, yeni nesle kötü örnek olacak bir söylem olduğu için, doğru bulmadım. 10 yaşındaki top toplayıcı çocuğa, oyunun skoruna göre topu atıp atmamayı ben öğretemem...
AYDIN'A KAPIM AÇIK
Galatasaraylı Aydın Yılmaz bende kiralık oynadığında, gitmesin diye yalvardım. 30 maç oynasın, buradan A Milli Takım'a gider. Galatasaray'da oynamak zordur ama 2 sezondur Galatasaray'a gelen yabancı hocalar onu çok tuttu. Aydın'ın da kabahatleri var. Bunları kullanamadığı zamanlar oldu. Eğer istikrarlı olursa, Türk futbolu çok önemli bir futbolcu kazanacak. Eğer kullanamazlarsa, Aydın'a her zaman kapımız açıktır.
BABAM BAŞBAKAN'I KESİN TRAŞ ETMİŞTİR
"Tayyip Erdoğan biraz çabuk olsa, takıma alırdım" sözünü hatırlattım ona. "Evet, fizik kalitesi vardı ama ağır olmasa oynatırdım." "Peki" dedim, "Başbakan'ı takımda oynattın diyelim. Onu sahadan alabilir miydin?" "Alırdım" dedi, "İşimizi doğru yapmamız lazım." Abdullah Avcı'nın babası yıllardır Kasımpaşa'da berber. "Tayyip Bey'i traş etmiş midir?" diye sordum. "Kesinlikle etmiştir" diye cevap verdi.
ARDA'YA KIZIMI VERİRDİM
Arda Turan, benim tanıdığım, dünyanın en sevimli çocuklarından biri. "Kızım olsa Arda'ya verirdim." Etrafına doğru enerji veriyor. Bugün geldiği konum itibariyle baskı altında kalması normal. Doğru zamanda doğru kararları verecektir. Geçenlerde anne ve babasıyla karşılaştım ve bir mesaj gönderdim. "Magazin sayfalarından çok, spor sayfalarında bulunsun."
ÖZEL HAT
* Varlığını Türk futboluna armağan ediyor musun?
Daha yapacak çok şey var.
* Türk futbolcusu neden hep önündeki maçlara bakar?
Fazla kitap okumadıkları için, o ifade onlara kolay geliyor.
* Hangi şartta sırra kadem basarsın?
Onuruma dokunan bir şey olursa.
* Hayatındaki en büyük yenilgi ne?
Yenilgiyi hiç kabul etmedim.
* Şehir mezarlığını en son ne zaman ziyaret ettin?
Zaman zaman bizim aileden sevdiğim ve aklıma takılan insanların mezar ziyaretlerini yapıyorum.
* Sinirlerin boşalınca, nasıl dolduruyorsun?
Böyle zamanlar için gerçek dostlarım var.
* Hiç kuş sütü içtin mi?
Hayır ama 23 yaşında evden ayrılana kadar, annem her gece yarısı süt içirdi bana.
* Senin futbol politikan nedir?
Kazanmak için her yol mübah değildir.
* Bu alemdeki en büyük hayal kırıklığın nedir?
Büyük diye bildiğim insanlar, tanıdıktan sonra cüce çıktılar.
Röportaj : Hakkı Yalçın- Takvim