Uslanmaz Futbol Dünyasında
Virüs ve karantina sürecinde yine en çok futbolu konuştuk, futbolun ne zaman başlayacağı üzerine tartıştık. İnternet sitelerindeki haberlere baktığınızda en çok yorum yapılan konuların tamamen futbolla alakalı olduğunu rahatça görebilirsiniz.
Belli ki futbolu hayatımızda koyduğumuz yer gerçekten de çok önemli. Bu gerçek insan yaşamının kökten değişebileceği söylenirken bile değişmedi. Top peşinde koşanlar böylesi övülür ve milyonlarca dolar maaş alırken, insan kurtaranların toplumdaki yeri tartışıldı ama tartışıldığıyla kaldı.
Hepimizin hayatımızı yeniden inşa etmeye çalışacağımız bugünlerde, Grigoriy Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesi’nde” kitabını okuyorum. Atatürk’ün tüm ülke gençliğinin okumasını önerdiği kitap, İsveç boyundurluğu altındaki “Bataklıklar Ülkesi” Finlandiya’nın nasıl gelişip, ilerleyip “Beyaz Zambaklar Ülkesi” haline geldiğini anlatıyor. Ve Fin gençliği için futbola da yer ayrılmış.
Futbol güzel bir oyun, heyecanlı ve izlemesi oldukça zevkli. Ancak onu hakların afyonu haline getiren, renk görmüş boğalar gibi rakip takıma karşı deliye döndüren konumundan daha aşağılarda bir yerde tutmak, en azından kendi hayatlarımız için belki de en doğrusu. Sözü Petrov’a bırakalım:
“Napoleon’la sürekli savaşlardan yorgun düşen Avrupa halkları İngiltere’nin bu kadar felaketin suçlusu olan kişiyi durdurmasından memnundu. İngiltere’nin büyük enerjisini minnettarlıkla karşıladılar. İngiltere’ye saygı duydular ve ona benzemeye çalıştılar. İngilizler gibi olmaya çalıştılar. İngiliz olan her şey moda oldu.
Ama büyüklere benzemeye çalışan çocuklarda ve yetişmemiş gençlerde olduğu gibi, her şey hatayla hatta kusurlarla başlar: Sigara içmeye, içki içmeye, yüksek sesle konuşmaya, son moda sözlerle küfretmeye başlarlar. Küçük, kültür açısından genç, akılca yetişmemiş olan halkların başına da bu geldi. İngilizlerin bütün dışsal, genellikle gülünç ve abartılı yönlerini aldılar. Çarpık İngiliz hayat tarzının kötü kopyaları oldular.
Yetişkin, hali vakti yerinde insanlar İngilizler gibi yapıp at yarışına çok para harcadılar. İngiliz gibi viski soda içtiler. İngiliz kumaşından giysiler giydiler. İngiliz gibi tıraş olup İngiliz tarzı saç kesimi yaptırdılar. Gençler de İngiliz tarzı sporlara yöneldi, özellikle de en ünlü İngiliz sporuna: Futbol denen ayakla top oyununa. Bütün Avrupa’da, daha ilkokulu bile bitirememiş gençler arasında futbol bir tür din oldu. Bir sürü ülkede binlerce insan futbol kültürü yarattı. Onun esiri oldular. Futbolu bir bilim, bir sanat haline getirdiler.
Ruhça yoksul, cahil, kaba sokak basını ergenlerin bu tutkusunu destekledi. Onu sömürdü. Futbola özel sütunlar ayırdılar. Hemen her gün buffalo ayaklı kahramanlarla ilgili haberler yayımladılar. Snellman zamanında Finlandiya’da da aynı şeyler oluyordu. Finlandiya gençliği ciddi bir akıl çalışmasına yönelmemişti daha. Yüksek düşünsel meraklara sahip değildi hala.
Aylak, sağlıklı ve ne yazık ki ruhsal açıdan tembel Fin gençliği futbola yöneldi. Futbol, ruhsal bir hastalık gibi, Finlandiya’nın şehirli gençliğinin bütün katmanlarını ele geçirdi. Büyük köylere kadar girdi. Futbol moda oldu ve bütün bir kuşağın aklını ve kalbini kazandı. Kulüpler ve futbol takımları mantar gibi, bataklıktaki sazlıklar gibi bitti. Bu takımlar şehirden şehre gezdiler, maçlar yaptılar. Başka ülkelerde de oynamaya gittiler. Büyük paralar harcadılar. Gençliğin en iyi vakitleri, hem de okul vakitlerinin değerli zamanı yitirildi. Ruhun ateşi harcandı. Buffalo ayakları zamanın aklına hakim oldu.
Genç Finlandiya’nın sadece deri top peşinde koşabilen insanlara ihtiyacı yok. Ona Fin halkının ekonomik, sosyal, zihinsel ve ahlaki hayatının güçlü idarecileri lazım. Yeterince kültürlü olmayan halkların, kültürlü halkların hayatını onların arka bahçelerinden, çöp kutularından tanımaya başlayan zavallı şarlatanlarını örnek almayın. Unutmayın: Sizin hedefiniz, Finlandiya gençliği olarak, ağır bir topu daha yükseğe ve yukarılara atmak değil, halkınızı yükseklere çıkarmak, vatanınızı daha çok geliştirmektir…”